Tatlı bir palavra

Pera Palas konusunun bu kadar suyu çıkarılırsa, "İlle bizim de bir efsanemiz olsun" diye üstüne bu kadar abanılırsa, zırvanın buraya varacağı belliydi. Tıpkı Cahide Sonku'dan bir kraliçe yaratıldığı gibi.
Pera Palas'ın barına bendenizin de "Acaba Atatürk hangi köşede, hangi masada oturmuştu" diye düşünerek takılmışlığı vardır, ama gençlikte... Bu konulara yeni yeni aşina olduğum yıllarda...
Yakup Cemil'in adamlarını yerleştirdiği bakırcılar çarşısında da dolanırdım, tuhaf tuhaf bakarlardı... Oradan Meserret Kıraathanesi'ne giderdim, darbeyi planladığı yere... Bir köşede bilardo oynayan ve Enver'in aleyhinde atıp tutanlar, bir köşede harıl harıl not tutan Teşkilat-ı Mahsusa ajanları...
Agatha Christie'nin "Doğu Ekspresi'nde Cinayet" romanını Pera Palas'ta yazdığı kocaman bir palavradır.
1919'da yazdıysa, 1932 yılının ünlü çocuk kaçırma olayından (Lindbergh'in oğlu) nasıl esinlenmiş?
Ayrıca, bir romanın kaç günde yazıldığını sanıyor bu arkadaşlar?
Oradan bilmemkaç gün süreyle kaybolduğu da kocaman bir palavradır.
O olay 1926 yılında İngiltere'de cereyan etmiştir. Filmi de var, Vanessa Redgrave ile Dustin Hoffman oynuyorlar.
Hele hele şu "gizemli anahtar" zırvası tam bir kafadan atmadır.
Amaç 411 numaralı odaya müşteri çekmektir.
Bakalım şimdi kaç kişi "Belki Atatürk'e rastlarız" umuduyla gece yarısı oralarda dolaşacak?
Çünkü Woody Allen'in "Midnight in Paris" filminden sonra Hemingway'in hayaletine rastlamak umuduyla Saint-Germain sokaklarında dolanan Amerikalılar görülmüştü...
Eh, bu dizi de o filmin yerli versiyonu oluyor!
Artık o kadarcık "esinlenme" de olacak canım...

***

Bu kadar Pera şişirmesinde bir "zaman kayması" eksik kalmıştı, onu da yaptılar işte.
Ama Agatha üzerinde yoğunlaşırsa seyirci pek iplemez.
O zaman ne yapacaksın?
Atatürk üzerine çalışacaksın tabii!
Dizinin birkaç bölümünü izledim, bıraktım.
Nasıl olsa sonu belli, Esra/ Peride, Mustafa Kemal Paşa'nın hayatını kurtaracak ki Kurtuluş Savaşı başlayabilsin...
Kaldı ki, dünya savaşı yıllarında karaborsacılık yapmış bir savaş zengininin yani İttihatçı'nın dik âlâsının, mütarekede İngilizler'e çalışması hatta onlar için cinayetler işlemesi hiç de inandırıcı değil.
Adam sen de, dizi inandırıcı olmaya çalışmıyor ki...
Bu bir fantezi.
Allah için keyifle de seyrediliyor.
İzleyip geçiniz.
Daha iyi diziler istiyorsanız size "Reacher"i, ama asıl "Bosch" dizisini tavsiye ederim.
Michael Connelly okumuş olanlar sakın kaçırmasınlar.
Reacher adeta bir çizgi-roman kahramanıdır, oysa Bosch sapına kadar gerçekçidir ve Los Angeles adı verilen çirkef yuvasında dönenleri de pek güzel anlatır.

***

Hazal Kaya'nın oyunculuğunu tartışmayalım da bir laf da bize çakmasınlar.
Ancak, dekorcuya küçük bir uyarım olacak:
Evladım, Fransızca'da otel odasına "piece" denmez, "chambre" denir.
O saçma tabelayı değiştir.