İki ittifakın adayının başa yarışacağı 14 Mayıs seçimleri muazzam bir entelektüel ve ideolojik seferberlik hali oluşturdu.
Elbette siyasetin
"biz ve ötekiler" ayrımı üzerinden yürümesi kaçınılmaz bir kutuplaşma getiriyor.
Ancak cumhurbaşkanlığı sisteminin getirdiği ittifak realitesi ve Millet İttifakı'nın yirmi yıldır iktidarda olan Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtlığında birleşmesi sebebiyle mevcut kutuplaşma daha yoğun ve kapsayıcı bir hal alıyor. Kılıçdaroğlu ve Akşener, iktidarı neredeyse
"mutlak kötülük" olarak görme noktasındalar.
Malum Kılıçdaroğlu, iktidarı bütün felaketlerin sebebi olarak suçlamada kendi rekorunu dahi aştı. Akşener de aynı yolu takip ile Şanlıurfa'daki sel felaketi hakkında değerlendirme yaparken "artık bu kötülüğün sonuna geliyoruz" deyiverdi.
"Tarih yazma" söylemi anlaşılabilirse de bu radikal
"kötülük" kavramlaştırması muhalefetin hissiyatının ve siyasi dilinin ne kadar marjinalleştiğini göstermekte. Yine, Davutoğlu, "Cumhur İttifakı seçimi kazanırsa Türkiye, Kuzey Kore olur" iddiası ile CHP'nin oluşturduğu "tek adam" suçlamasını en aşırı seviyeye taşımada öne çıktı.
***
Bu sert siyasi söylemlerin ağır psikolojik havasıyla önümüzdeki seçimlerde Erdoğan'ın kaybetmesi için uzun süredir her türlü imkânı seferber eden muhalif akademisyenler ve gazeteciler son bir gayretle argümanlarını daha keskinleştiriyorlar.
Siyaset bilimi literatürünün
"popülizm ve otoriterlik" bahislerinden ülkemize uyarlamadıkları teori veya kavram kalmadı. AK Parti iktidarını Tek Parti dönemine kıyasla daha kötü bulanı mı sorarsınız.
Yoksa Millet İttifakı ve adayı Kılıçdaroğlu'nu
"pozitif siyasi güç", Cumhur İttifakı'nı ve Erdoğan'ı
"negatif siyasi güç" ilan edeni mi ararsınız.
"Dünyanın, Avrupa'nın taşrası" oluruz diye korkutanı
mı bulursunuz. Bu savrulma,
fikir üretmesi ve analiz yapması
gerekenleri militanca mücadele
yapma konumuna getiriyor.
Muhalif bazı isimler seçimleri
"hayat memat" meselesine çeviriyor. İktidarı hep
"beka söylemi" kullanmak ile eleştirenler
"son şansımız ya yok oluruz ya da özgürleşiriz" söylemleri üretiyorlar.
***
14 Mayıs seçimlerinin yakın tarihimizin en önemli seçimi olduğu konusunda hem fikiriz.
Hatta siyasetçilerin seçmeni korku ve ümit arasında tutmak için argümanlar üretmesini bir şekilde anlıyoruz. Muhalefetin birçok konuda iktidarı
"yönetemiyorsun" diye eleştirmesi ya da iktidarın bu
"muhalefet dağınık, ülkeyi yönetemezler" demesi işin doğasında var. Ancak entelektüel dünyanın bu kadar öfke dolu bir hissiyatla ideolojik seferberliğe geçmesi ve kaba saba bir
"iyikötü" ikilemine sıkışması ülkemiz açısından ciddi bir fakirleşme içeriyor. Bu seçimlerde iki farklı Türkiye idealinin yarışacağı ortada. Ve buna bağlı olarak Cumhur ve Millet İttifakları'nın ülkenin temel sorunlarında ne yapacağını sorgulamak seçmenin hakkı. Ekonominin durumunun ne olacağı, afet ve risk yönetiminin nasıl olacağı ya da dış politikanın kritik konularında hangi tutumun takınılacağı başta gelen konular. Fikir ile uğraşanlar siyasetçilere argüman ve taktikler de önerebilir. Ancak akademi ve medya dünyasındaki bu radikal
"iyi-kötü" ikilemelerinin ülkemizin gerçeklerini kaçırma hastalığına dönüştüğü görüşündeyim. Muhalefeti iyi olan şeylerle (program, demokrasi, umut vs), iktidarı kötülüklerle (tek adam vs) özdeşleştirirseniz seçmenin neden Erdoğan'a oy verdiğini anlayamazsınız.
İktidarın korkutarak oy aldığını, muhalefetin umudu yeteri kadar veremediğini sanırsınız.
Böylece, yirmi yıllık icraatları ile dış politikadan depremin yaralarını sarmaya kadar birçok alanda Erdoğan'ın seçmene en fazla umudu verebilen siyasetçi olduğunu gözden kaçırırsınız.