Danimarkalı aşırı sağcı siyasetçi Paludan'ın Kur'an-ı Kerim yakma alçaklığı çok yönlü bir
"İslam karşıtlığı, Batı ve Türkiye" tartışması başlattı. Öncelikle İsveç devleti, Stockholm'deki Türk büyükelçiliği yakınında gerçekleştirilen bu nefret suçuna BM ve Avrupa Konseyi Sözleşmeleri'ne aykırı olarak izin vermiştir. Özgürlükler ve demokrasi ile ilgisi olmayan bu tavır Avrupa'da son yıllarda ana akım siyaseti dönüştüren İslam karşıtlığını teşvik etmektedir. Nitekim iki gün sonra Hollandalı bir aşırı sağcı siyasetçinin de Kuran-ı Kerim'i yırtma alçaklığında bulunması, İslam karşıtlığının Avrupa güvenliğini ve iç barışını ne kadar kırılgan hale getirdiğini göstermektedir. İsveç'in bu sorunlu yaklaşımına Türkiye ve diğer İslam ülkeleri gibi Avrupalı devlet adamlarının da tavır koyması gerekirdi. Bu ürkütücü sessizliğin tüm Avrupa'yı ilzam ettiği açık. Neyse ki, Avrupa Birliği Komisyonu sözcülerinden J. Bahrke,
"Daha önce de defalarca dediğimiz gibi ırkçılık, yabancı düşmanlığı, ırk ve din temelli nefretin AB'de yeri yoktur" diyerek İsveç makamlarını adım atmaya çağırdı. Bu uyarının cılız kalmaması gerekir.
***
Madrid'deki "üçlü muhtıra" uyarınca söz verdiği şekilde FETÖ ve PKK mensubu teröristleri Türkiye'ye iade etmeyen İsveç'in hem de Türk büyükelçiliği yakınında bu provokasyona izin vermesi Batı basınında NATO üyeliğini "tehlikeye atmak" şeklinde görüldü. Türk medyası ise ocak ayında terör örgütü PKK'nın gösterilerine de izin veren İsveç'in aslında NATO'ya katılmak istemediği yorumlarına yer verdi. Aşırı sağcıların ya da PKK'nın kim tarafından provoke edildiği belirsiz ancak izin veren İsveç makamları belli. Bu tür alçak eylemler "iktidarın lehine çalışıyor" diyen şaşkınları bir kenara bırakırsak neticede dört husus öne çıkıyor.
1- Avrupa'da İslam karşıtı nefret suçları hükümetler eliyle yaygınlaştırılıyor.
2- Müslümanlar nezdinde Batı karşıtlığı daha da güçlendiriliyor.
3- Türkiye'nin üçlü muhtıraya uymadığı gerekçesiyle İsveç'in NATO üyeliğini onaylamama ihtimali güçleniyor.
4- Türkiye'nin NATO'daki yerini ve politikalarını sorgulayan bir gündem köpürtülüyor.
Böylece, seçimlere giderken Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ülkeyi "felaketin eşiğine" götürdüğü iddiası ile kampanya yapan Batı medyasına yeni malzemeler üretiliyor.
***
Son yıllarda Türkiye'nin izlediği otonom dış politikanın bazı Batı başkentlerinde rahatsızlık oluşturduğu malum. Ankara bir yandan milli çıkarları için gerektiğinde Washington ve Brüksel ile gerilim yaşıyor. Suriye, Libya, Karabağ, Doğu Akdeniz ve Ege'de güvenliği ve hakları için özgün politikalarını geliştiriyor. Diğer yandan rekabet- işbirliği sarkacında Rusya ile ilişkilerini yeni bir düzleme taşıyor. Türkiye'nin Rusya ile ilişkilerini çeşitlendirmesi ve derinleştirmesi NATO aleyhine bir yaklaşım değil. Ankara, İsveç ve Finlandiya'nın üyeliğine karşı değil, üçlü muhtıraya uymalarını bekliyor. Uyulmayan muhtıraya rağmen ve özellikle İsveç'in son tavrından sonra Erdoğan liderliğindeki Türkiye'nin NATO genişlemesini engellediği yönündeki söylemler gerçeği yansıtmıyor. NATO genişlemesinin gecikmesi ile bir zayıflama söz konusu ise bunu daha ittifaka girmeden sorun oluşturan İsveç yapıyor. "Terörle mücadele önemli değil" demek hiçbir NATO üyesinin harcı değil.
***
Türkiye'nin Rusya ile yeni bir düzlemde ilişki kurmasını gerektiren konuların başında ABD ve AB'nin hatalı Suriye, PKK ve FETÖ politikaları gelmektedir. Batı medyası bir çelişki içerisinde. Hem Erdoğan'ın, Rusya'nın Ukrayna'yı işgali sonrası uluslararası ortamın fırsatlarını iyi kullandığını ve Balkanlar, Karadeniz, Kafkaslar, Orta Asya ve Afrika'da güçlendiği söylüyorlar hem de bunun Batı ittifakı içerisinde bir etki oluşturmasını eleştiriyorlar. Erdoğan liderliğinde Türkiye "kıtaların birleştiği yerde jeopolitik öneme sahip olmanın" ötesine geçti. Türkiye, enerji ve lojistikteki yeni atılımları, güçlenen savunma sanayii, bölgesel askeri varlığı ve aktif diplomasisi ile yükselmekte olan güçlerden birisi. Mesele, bu özgünlüğün tanınarak Batı ittifakı içerisinde yer almaktır.