1 Kasım seçimlerine sadece bir hafta kaldı. Temmuzda PKK terörü ve operasyonların başlaması ile seçimlerin ana teması terör olgusu oldu.
Terörün seçim kampanyalarının temel konusu olmasının birbiriyle çelişen üç sonucu ortaya çıktı. İlki, terörün sorumluluğunun kimde olduğu tartışması. AK Parti "siyasi istikrarsızlığı" ve ülke üzerine oynanan "büyük oyunu" terörün yeniden başlamasının sebebi olarak gösteriyor. Muhalefeti de bu oyunun bir parçası olmakla eleştiriyor.
Muhalefet partileri ise terörün yeniden başlamasını AK Parti iktidarının "kaosla milleti hizaya getirme çabası" olarak değerlendiriyor. İkinci sonuç ise bütün aktörlerin kendilerinin sadece "Türkiye'yi düşündüğü", öncelediği vurgusudur.
AK Parti "sen, ben yok, Türkiye var" sloganını öne çıkarırken CHP "Önce Türkiye" mottosu ile seçime gidiyor. Türkiye'yi öncelemek karşı tarafa yönelik ortak menfaatleri düşünmediği eleştirisini de içeriyor.
Üçüncü sonuç ise partilerin seçim sonrasında "koalisyon kurma" konusunda sorumluluk göstereceklerini belirtmeleri. Bu, yeni bir olgu. Partilerin kaygısı, seçmenin 7 Haziran sonrasında hükümet kurulamamasının suçunu kendilerine yüklemesi ihtimali. AK Parti tek başına hükümeti öne çıkarırken diğer partiler "koalisyon yaparım" diyerek negatif siyaset ve çözümsüzlük suçlamasından kaçıyor.
Bu kaygı en çok da 7 Haziran sonrasında siyaseti "hayır"larıyla kilitleyen MHP cenahında. MHP bu defa iktidarda olmak istediğini söyleyerek kendi tabanından AK Parti'ye akışı engellemeye çalışıyor. AK Parti ile de koalisyon kurabileceğini söyleyen HDP ise PKK ile özdeşleştirilme ve teröre mesafe koyamama eleştirilerini göğüslemeye çalışıyor.
Koalisyonlara en sıcak görülen CHP ise Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ne gidebileceğini açıklayarak yüzde 30 bandına ulaşmaya çalışıyor. Merkez bir parti olarak hem MHP hem de HDP'den kendisine oy kaymasını bekliyor.
***
Siyasi partilerimizin ortak kaderimizin coğrafyası olarak "Türkiye" vurgusu seçim sonrası siyasi kutuplaşmanın aşılması ve ortak bir zemin yaratılması hususunda bizi ümitlendirmeli mi? Rusya'nın askeri müdahalesi ile yeni safhaya geçen Suriye krizinin Türkiye'ye getireceği yeni sorunları öngörerek ülkemizin menfaatlerini önceleyen bir tarzı- siyaset yürütmeleri mümkün mü?
Bu sorulara olumlu cevap verilmesi bu ülkenin insanlarının en büyük beklentisi. Teröre hep birlikte karşı duran, devleti hesap vermeye çağıran ama "katil" diye nitelemeyi terk eden elit sorumluluğu istiyoruz. "Merkel'e gelme" çağrısı yapmayı demokrasi mücadelesi sayan hırslı, sıtkı sıyrılmış aydın tipinin sakinleşmesini ve şapkasını önüne koyarak muhasebe yapmasını bekliyoruz.
İki yıldır siyasetin kılavuzu olan gerçeklik algısının büyük aynasının paramparça olduğunu görüyoruz. Gezi eylemleri, 17-25 Aralık darbe girişimi ve Kobani protestoları siyaseti anlamlandırma haritamızı tarumar eden hamlelerdi. En son da herkesin üzerinde şüphesiz ittifak etmesi gereken bir konu, terörle mücadele aynanın parçaları arasında gerçeklik anlayışımızı zedeledi.
1 Kasım seçimlerinin tozu yere konduğunda siyaset kurumunun kaçınılmaz ev ödevleri var. Gerçeklik algımızı küçük küçük yüzlerce parçaya bölen seçkinlerin kendine gelmesi lazım.
Bütün ortak değerlerimizi bu parçalanmış aynada cepheleşmeyle kaybetmeyi bırakıp yeni bir gerçeklik aynası inşa etmek zorundayız. Böylece, barış, demokrasi ve Türkiye'nin ortak menfaati gibi temel sütunların yerli yerine oturacağı yeni bir siyaset düzlemi kurulabilsin.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.