BÖLGEMİZ kuzeyi ve güneyiyle savaşların, çatışmaların, katliamların, zulümlerin girdabında adeta cayır cayır yanıyor. Türkiye'nin hem siyasi ve ekonomik istikrarını korumanın hem sosyal barışını tahkim etmenin hem de hedeflere doğru yürüyüşü sürdürmenin mücadelesini veriyoruz.
Bu iki cümle de Başkan Erdoğan'a ait. Son günlerde buna benzer konuşmaları sık sık yapıyor. 3. Dünya Savaşı çanlarının çaldığı böyle bir iklimde "Cumhur İttifakı olarak tarihi bir sorumlulukla karşı karşıyayız" diyor, peşinden çağrı yapıyor. "Esasen karşımızdaki bu tablo sadece AK Parti ve Cumhur İttifakı ile sınırlandırılamayacak kadar önemlidir" diyerek.
Burada muhalefete de büyük iş düştüğüne işaret ediyor.
Büyük savaş, hatta nükleer savaş tamtamlarının çaldığı günümüzde iç cephenin sağlam ve dış politikada aynı çizgide olması gerektiğini hatırlatıyor.
"İç cepheyi sağlam tuttukça, ne terör örgütleri ne de onları besleyip semirterek üzerimize salan şer güçleri emellerine ulaşamayacaktır" diye ekliyor.
Muhalefet bu tarihi çağrıları ne kadar işitecek? Dünyada yaşanmakta olanlara, yeryüzünü bekleyen büyük tehlikelere ne kadar duyarlı bunu zaman gösterecek demenin de anlamı yok.
Çünkü zaman fitnelerin, kaosların, zulümlerin ve savaşların kol gezdiği bugüne benzer dönemlerde, tarih içinde, yaşananlara duyarlı olmayanların başına neler geldiğini daima gösterdi.
Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş dönemi tanzimatla başladı. Ancak bunun da perde arkasında fitne ve tuzaklar vardı. İngilizlerin doldurduğu Fransızlar Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'ya "Sen devletsin. Yürü ordularınla İstanbul'a. Arkandayım" diye gaz verdi. Ardından İngilizler harekete geçip "İsyancı Mısır valisini durdurmanın yolu bizden yardım almanızdır" diyerek Osmanlı'nın kapısını çaldı. İngiliz sefiri Lord Canning'in yazarak eline verdiği Tanzimat Fermanı maddelerini, onların bir numaralı elemanı Reşit Paşa 18 yaşındaki padişaha taşıdı.
"Bunu imzalarsak İngilizlerin desteğini ve yardımını alırız" diyerek. Reşit Paşa Gülhane Hatt-ı Hümayunu adıyla bilinen Tanzimat Fermanı'nı 1839'da Gülhane'de bizzat okuyarak ilan ederken, dinleyenler arasında Alphonse Rotschild de vardı. Yanındaki hahambaşına dönerek imparatorluktaki bütün Yahudi cemaatlerine bir tamim göndermesini söylemişti.
Bugün dünyanın dibine çomak sokan, üzerine ateş dökerek savaşları körükleyen küresel ailenin ilk üyelerinden olan kişinin talimatıyla yollanan o tamimde "Yahudiler için büyük fırsatlar başlıyor.
Azami derecede istifade edin" deniyordu. Böylece fitneyle başlayan yıkım süreci, bu fırsatçıların tamimiyle çöküşe geçiyordu.
İngilizler devşirdikleri Batı hayranı Mason paşalarla, bürokraside her yere sızarak "Batı'ya hizmeti aşk" olarak görenleri yerleştiriyor, böylece padişahı etkisiz hale getirerek devlet içinde paralel devlet kuruyordu. Devletin her icraatına karşı çıkan, isyan ve muhalefet eden, itibarsızlaştırmak için kendini yırtan, "Önce Osmanlı" yerine "Önce Batı" diyen bürokratlar ordusu ile imparatorluğu uçuruma sürüklüyordu. O Batı aşığı bürokratların, çıkardığı her kanun devletin ve müslümanların aleyhine, buna karşılık İngilizlerin isyan için teşvik ettiği azınlıkların lehineydi.
Vatanı koruyanlar itibarsızlaştırılıyor, hatta ikinci sınıf vatandaş haline getiriliyor, ayrılıkçı azınlıklar el üzerinde tutulup, öpülüyor koklanıyordu.
Batı hayranı yerli elemanlar bu azınlıklarla ittifaklar kuruyordu. O yüzden dünyanın en tehlikeli ve zulümlere, kaoslara, savaşlara açık bölgemizdeki yangınlara karşı bugün "Önce Türkiye" diyen muhalefete ihtiyaç vardı.
Erdoğan'ın anlatmak istediği buydu. Muhalefete tarihi sorumluluk düşüyordu.
İçerideki kavgalar, sadece Osmanlı'yı değil tarih boyunca Türk devletlerini de vurmuştu.
1858 yılında Rus Çarı'nın talimatıyla bugünkü Orta Asya Türk devletlerini 82 kişilik araştırma ekibiyle gezip fotoğrafını çeken Albay Nikolay Pavloviç İgnatiyev rapor hazırlıyordu. O raporda "Rusya derhal işgale başlamalı. Bunun için Rus kanının dökülmesine de gerek yok üstelik. Buradaki üç Türk hanlığı arasında büyük ihtlaflar ve çekişmeler var.
Birbirlerine şiddetle muhalefet ediyorlar. Mevcut ihtilafları körükleyerek bunları birbirine düşürebiliriz. Bizim için en elverişli olanlara silah dağıtarak bunları rahatlıkla savaşa sokup, sonrasında elimizi kolumuzu sallayarak tek mermi atmadan işgal edebiliriz" diyordu.
1864 yılında yayınlanan "Gorçakov deklerasyonu" ile İgnatiyev doktrininin aynen uygulandığını ve iç cephenin savaştırılarak işgalin Türkistan'dan başladığını öğreniyorduk.
Bugün ise ülkeyi yöneten Başkan "Birleşik Türk Devletleri"ni kurmak için harekete geçti. Türk dünyasında çıkarılan fitnelere rağmen onları aynı çatı altında topladı. Yakında ortak alfabeye geçiyoruz. Türkiye dünyada gerilimlerin tavan yaptığı bir dönemde muazzam adımlar atıyor. Başkan Erdoğan kürsüye çıkıyor; "Ezelden beri her şeyin fani olduğuna inanan milletimiz sadece devletini ebedmüddet tahayyül etmiştir. Bu düşünce Orhun Kitabelerinde, 'Ey Türk milleti üstte gök çökmedikçe altta yer delinmedikçe senin ilini ve töreni kim bozabilir' diye ifade ediliyor. İstiklal Marşımızda da 'Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal' seslenişiyle bu hakikat tekrar vücut buluyor.
Türkistan'dan Avrupa'ya, Güney Asya'dan Kuzey Afrika'ya kadar uzanan geniş coğrafyada kurduğumuz her devletimizin varoluş kodları bu anlayışla yoğrulmuştur. Bizim için Asya Hun Devleti'nden Göktürklere, Uygurlardan Karahanlılara, Selçuklulardan Osmanlılara uzanan, şanla şerefle dolu koskoca bir tarihin istisnasız tamamı birdir, bütündür ve milletimize aittir" diye haykırıyor. Maalesef bu anlayış, Türk ve İslam coğrafyasındaki muazzam kucaklaşmalar ve muhteşem iş birlikleri dünya basınında "Büyük Türk tehlikesi" diye sürekli manşetleri süslerken, muhalefetin gündeminde tüm bunların zerresi yok. Fitne merkezleri tarafından uyutularak başka yollara, başka gündemlere yönlendiriliyorlar. Başkan Erdoğan onları uyandırmaya çalışıyor. "Ülkemize mutlaka engel olmak isteyen, Türkiye'yi hala küçük görmek isteyenler, engel olmak için her türlü terörü besleyecek olanlar mutlaka çıkacaktır.
Yeter ki bunlar içimizden çıkmasın. Uyanın. Birlikte hareket edelim" diyor. Bizim muhalefet ise hala Batı'dan gelen ninnileri dinliyor. O yüzden Türkiye'nin önüne çıkacak fırsatlar gerçeğini asla göremiyor. Uyutulmuş rüyalar alemindeyken, gerçekleri nasıl görür ki?