Necip Fazıl Kısakürek'in ailesinden çok özel Ayasofya açıklaması!
"Gençler! Bugün mü, yarın mı, bilemem! Fakat Ayasofya açılacak! Hem de öyle bir açılacak ki, kaybedilen bütün manalar, zincire vurulmuş masumlar gibi onun içinden fırlayacak" diyordu Necip Fazıl Kısakürek tam 70 yıl önce. Hatta bu uğurda hem kendisi hem de eşi hapis yattı. Necip Fazıl'ın bu hayali 24 Temmuz 2020'de gerçek oldu. Ayasofya'ya sel gibi insan aktı. Ayasofya Camii'nde kılınan ilk cuma namazına binlerce Müslüman katıldı. Necip Fazıl Kısakürek'in ailesinden çok özel açıklamalar geldi.
"Gençler! Bugün mü, yarın mı, bilemem! Fakat Ayasofya açılacak! Hem de öyle bir açılacak ki, kaybedilen bütün manalar, zincire vurulmuş masumlar gibi onun içinden fırlayacak" diyordu Necip Fazıl Kısakürek tam 70 yıl önce... Ve onun uğruna hapisler yattığı bu hayali 24 Temmuz 2020'de gerçek oldu. Ayasofya'ya sel gibi insan aktı. Ayasofya Camii'nde kılınan ilk cuma namazına binlerce Müslüman katıldı. İşte o an Necip Fazıl Kısakürek'in ailesinin neler hissettiğini, nasıl duygular içinde olduklarını merak ettim. Milyonlarca Müslüman sevinç gözyaşları dökerken acaba Kısakürek ailesi neler yaşadı, neler hissetti? Bu sorularımın cevabını almak için Necip Fazıl Kısakürek'in torunu, Necip Fazıl Kısakürek Kültür ve Araştırma Vakfı'nın da Yönetim Kurulu Başkanı olan Şeyma Kısakürek Sönmezocak ile sözleştik ve hem vakıf hem yayınevi hem de müze olarak kullanılan Büyük Doğu Yayınlarına doğru fotoğrafçı arkadaşım ile yola çıktık. Bize atılan konumu bulmak kolay olmadı. Anadolu yakasında bir mobilyacılar çarşısının içindeydik ve ben defalarca adrese bakıp "Acaba yanlış bir yere mi geldik?" diye kontrol ediyordum. Etrafta sayısız avizeci ve mobilya dükkânı vardı. Üstat olarak anılan, yüzlerce kitabı olan, gençleri ardında toplayan yazar, şair, fikir ve aksiyon adamı Necip Fazıl Kısakürek'in arşivinin de bulunduğu müzesi burada olamazdı.
Necip Fazıl Kısakürek eşi Neslihan Kısakürek ve arkadaşı Doğan Nail ile bir konfenans sonrası kendisini dinlemeye gelenlerle sohbet ediyor.
Şeyma Kısakürek'i arayıp doğru yerde olduğumuzu öğrenince biraz hüzünlendim. Hüznümü belli etmeden içeri girdiğimde Necip Fazıl Müzesi denilen yerin küçük bir odadan, arşivinin ise sıradan bir kaç dolaptan ibaret olması üzüntümü derinleştirdi. Neden böyle olduğunu sordum? Aslında defalarca yer istediklerini ama sağlıklı bir yanıt alamadıklarını anlattı Şeyma Kısakürek. İstanbul'un merkezinde, tarihi pek çok binada sayısız vakıf ve müzelerimiz var. Bu ülkeye mal olmuş büyük bir yazar ve şair olan Necip Fazıl Kısakürek böyle bir değeri hak etmiyor mu? Neden Cağaloğlu, Sultanahmet gibi gençlerin de kolayca ulaşabileceği bir yerde Necip Fazıl Kısakürek Müzesi olmasın ki? Hatta uğruna hapis yattığı, ömrünü verdiği, en büyük isteği olan Ayasofya Camii yakınlarında bir mekân daha çok yakışmaz mıydı Üstad'ın hatırasına? Aklımda bu sorular dolaşırken Necip Fazıl'ın oğulları Mehmed ve Osman Kısakürek, torunları Emrah ve Şeyma Kısakürek ile Ayasofya üzerine derin bir sohbete daldık. Ayasofya kelimesi ağzımdan çıkar çıkmaz gözleri doldu Kısakürek ailesinin... Mutluluğa dönmüş o tatlı hüznü bolca hissederek devam ettik muhabbetimize... Adı Peygamber Efendimizin hadisinde geçen şehir İstanbul, Hz. Muhammed'in övgüyle bahsettiği kumandan Fatih Sultan Mehmet ve fethin sembolü Ayasofya, Necip Fazıl'ın ailesini duygulandırırken Mehmet Kısakürek şöyle diyordu: "Ayasofya'nın camii olacağını duyduğumuzda sevinçten donduk. Âdeta bir his iptaline kapıldık. Gözyaşlarımıza hâkim olamadık. İlâhi takdirin ve Cumhurbaşkanımızın hissesine düşen nasibin azametini düşündük. Ve Allah'ın, kendisini bu nasibe lâyık eylemesi için dualar ettik."
Herkes duysun, biz bu topraklarda Müslümanlığımızla varız
- Şeyma Kısakürek Sönmezocak:
Dedem reçeteyi veriyor aslında.
Biz Batılılaşma sürecine girdiğimizde hem özümüzü kaybettik hem de Batılı olamadık. Ayasofya'nın cami olması, "Durun artık biz özümüzle, ruhumuzla, Müslümanlığımızla buradayız ve bundan sonra da buna göre hareket edeceğiz. Herkes bunu duysun, bunu bilsin" hareketidir. Necip Fazıl Ayasofya konferansını verdiğinde aslında bu Batılılaşma sürecini de anlatıyor. "Cüceleşmeseydiniz" diyecekler diyor.
- Peki, müze olarak kalmasını isteyenler de var. Bu görüşe ne diyorsunuz?
- O.K: Onlar işte Batılılaşma sürecinde derisi değişenler.
- Ş.K.S: Batı'daki hiçbir milletin kendi gelenek ve göreneklerini reddetme, tarihinden, dininden utanma gibi bir derdi yoktur. Günahı ve sevabıyla kabul ederler. Batı'nın anlayışı böyleyken, bu çıkan seslerin de kime ait olduğundan emin olamıyorum. Bir Batı kimliği de yok bu seslerde.
Bu tamamen Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan üzerinden gerçekleştirilen nefret söylemleri ile ilgili. Yani bu nefret söylemleri aslında Müslümanlığa... Cumhurbaşkanımız da burada bir simge. Çünkü Ayasofya'nın camii olmasıyla aslında çok şey değişti.
- Ayasofya'ya gidip namaz kılmak nasip oldu mu?
- O.K: Bize davet gelmişti ama il dışındaydık ve tahlilleri yetiştiremedik.
Ayasofya'ya önüne geçilemez bir sel aktı. Ayasofya Camii virüs tutmaz zaten. Cami'de mikrop olur mu? Sabah namazından önce gidip güneşin altında bekleyenler oldu. Allah onlardan razı olsun. Onları yobaz olarak görenler de var. Kim ne derse desin.
Müslüman önce kendine bakar.
- Türkiye'nin duygu iklimine baktığınızda yeni Necip Fazılların çıkacağını ya da çıktığını düşünüyor musunuz?
Ş.K.S: Yeni Necip Fazıl olmaktansa onun beklediği genç olmak lazım. Aşk, estetik, zarafet, iman, eşyanın arkasındaki hakikati sezme, ilim, araştırma, sebat, sabır var. Hedefimiz Necip Fazıl olmak değil, onu hakkıyla anlamak olmalı önce. Zaten sonra gerisi gelir. Ayasofya'yı camiye çevirmek tarihi bir borçtu. O manayı yakalayan herkesin bunu yapması gerekirdi. Şükür bunu gördük.
OSMAN KISAKÜREK
Babamı susturmak için hapse attılar
- Ayasofya'nın camiye dönüştürüleceğini duyduğunuzda ne hissettiniz?
- Osman Kısakürek: Babamı Ayasofya yazısından dolayı hapse attılar. Ama gazete annemin adına olduğu için annemi de hapse koydular.
Annem bana hamile. Yani ilk hapsimdi Ayasofya, başka da yok zaten. (Gözleri doluyor).
1950 Malatya Hadisesi ile sorgulanırken babama yöneltilen suçlamalardan biri de Ayasofya'yı ibadete açılması noktasında desteklemek ve halkı provoke etmekti.
Ayasofya konferansları aslında 1965'te değil 1950'de başlıyor.
Birçok mesele var başka. Babamı susturmak için hep hapse attılar.
Susması için de o dönemin hükümeti hep para teklif ediyor. Kabul etseydi Bostancı'dan Kadıköy'e köşklerimiz olurdu. Ama babam masaya elini vuruyor ve sen benim kalemimim satılık olduğunu nereden duydun diyor.
SONRASINI DEVLET BİLİR
Şu an ülkemiz pek çok şey ile mücadele ediyor ve bu kadar mücadelenin içinde Ayasofya'nın cami olduğunu görüp, duyup, işitiyorsun.
Allah tamamına erdirsin, inşallah bunun devamı da gelir diyorum.
Bu milletin ağzında ikinci bir fetih.
"Bundan sonrası da var" diyor Necip Fazıl Kısakürek. Bundan sonrasının ne olduğunu da bilir devlet.
Tekrar yükseliş dönemine girdik
- Necip Fazıl, Ayasofya hitabesinin sonunda "Ayasofya'yı, artık önüne geçilmez bir sel açacak...
Bekleyin gençler sel yakındır" diyor... Şu an Necip Fazıl'ın o bahsettiği günleri mi yaşıyoruz?
- O.K: "Ben önce Müslüman sonra Türk'üm" diyor, babam. Bugün Avrupa bize saldırıyor. Bize Türk olduğumuz için değil Müslüman olduğumuz için saldırıyorlar. Çünkü korkuyorlar. Bu toprakların Müslüman toprağı olarak değil Türk toprağı olarak kalmasını istiyorlar. İşte Ayasofya'nın cami olması bu toprakların ilelebet Müslüman olan Türklerin olacağının da simgesi.
Ayasofya'nın manası var. Ayasofya bugün dünyaya Müslüman'ı hatırlatıyor.
Müze yapılması bir basamaktı. Sonrası gelecekti... İstanbul'un fethi yükseliş döneminin başlangıcıydı. Mana olarak biz, Ayasofya'yı camiye dönüştürerek bir yükseliş dönemine girdik ama bunun politik olarak devamı gelmeli.
ŞEYMA KISAKÜREK SÖNMEZOCAK
'Aydın' kavramını yeniden tartışmalıyız
Necip Fazıl'ın bir diğer torunu da Şeyma Kısakürek Sönmezocak. Necip Fazıl Kültür ve Araştırma Vakfı'nın da Yönetim Kurulu Başkanı. Dedesinin bir ömür verdiği Ayasofya'nın tekrar camiye dönüştürülmesi isteğinin yerine geldiğini duyduğunda neler hissettiğini şöyle anlatıyor: "Uzun zamandır medyada gündemde olması sebebiyle de sıkı takipteydim.
Danıştay'dan gelen kararı büyük bir heyecanla bekledim. Cami olarak açılacağını duyduğumda, yanlış mı anlıyorum acaba diye tereddüt yaşadım.
İlk babamı aradım; 'müjde' dedim, 'Ayasofya' diye konuşmaya başlayınca babamla karşılıklı ağlamaya başladık. Bir taraftan açılacağı coşkusunu yaşarken bir taraftan da yanlış anlamadık herhalde diye bir tereddüt de vardı. Sayın Cumhurbaşkanımızın konuşmasını dikkatle dinledim. Sonunda rüya gibi gelen havadisin gerçeğin ta kendisi olduğunu idrak ettik. Şükür ve vesile olanlara dua...
Nasıl müzeye dönüştürüldüğü malum! Bununla ilgili sayısız araştırma, haklı bir karar olduğunu düşünenler,imzalar sahte miydi değil miydi gibi farklı yöne çekilen tartışmalar. İşin kanunî tarafı;
Ayasofya Camii; Fatih Sultan Mehmed Han'ın vakfında özel mülktür. Vakıf malları farklı amaçlarla kullanılamaz! Üstelik her ihtimal düşünülerek yazılmış bir beddua da var. Vakıflar kanunu; mülkiyet kanunu, bir sürü hukukî madde sıralanabilirken; biz yalnız ve yalnız onun temsil ettiği mânâ bakımından aslî hüviyetine rücu etmesini istedik, bekledik.
Açılış günü Diyanet İşleri Başkanı, Fatih Sultan Mehmed Han'ın duasını okuyunca, nefret söylemi gibi bir şey çıkardılar, suçladılar. Oysa Sultan'ın ileriyi görerek yazdığı bir bedduadır o! Kendilerini bu ülkenin aydınlık yüzleri olarak gören bu egosantrik kesim ne ironidir ki; nefret söylemine muhatap ettikleri isimlerin; asıl bu duanın muhatabı olduğunu görmek istemediler. Herhalde kültürümüzde tekrar tartışılması gereken kavramlardan biri 'Aydın', diğeri ise maalesef 'sağ' diye adlandırılan kesime atfedilen ancak bu bizatihi kendilerinde mevcut olan, gerçekleri dahî görmelerine engel olan 'yobazlık'. Akla, hiçbir mantık silsilesine uymayan bir tartışma var ortada. Müzeden camiiye nasıl çevrilir? Yahu koskoca Sultan'ın "tapu"lu mülkünü tasarrufu altına alıp; vasiyetini çiğneyip, bedduasını görmezden gelerek statüsünü değiştirmek nedir?
Bu iki cümleden ne kadar gereksiz bir tartışma ve muhalefet olduğu aşikâr.
NE YAŞ NE ÇİZGİ, YALNIZ MANA
1950'den itibaren Büyük Doğu dergisinde Ayasofya ile alakalı yazılar yazmaya başlar Üstad.
Şu anda her yerde paylaşılan Konferans, 1965 senesine aittir. Bu tarihten önce çok defa yazılar yazmış; hatta alakasız muhakemelerde dahî suçlamalar içine Ayasofya bahsi de dahil edilmiştir. Konferansında yahut diğer fikir, tarih kitaplarında çokça bahsettiği Kanuni'den sonra başlayan; Tanzimatla zirveye ulaşan Batılılaşmanın Türk cemiyetini nasıl derinden yok etmeye çalıştığı; deri değiştirmeye çalışırken nasıl sahip olduğu güneşi de ceketinin astarında kaybettiği meselesi, Üstad'ın en temel meselesidir. Bu meselenin de yegâne simgesidir Ayasofya!
Yalnız taştan ibaret olsa Ayasofya;
Batı neden itiraz ediyor cami olmasına? Niçin istenmiyor? Demek ki onların da idrak ettiği bir manası var Ayasofya'nın! O mana için karşı çıkıyorlar? O halde avucumuzun içinde hapis tuttuğumuz bu mananın; artık ortaya çıkma vaktidir.
Artık avucumuzu yalnız ve yalnız kendi öz irademizle açabilmenin vaktidir. "Ne taş, ne çizgi;
Ayasofya yalnız mâna, mâna!" Nasreddin Hocanın göle maya çalması kıssası.
Göl hiç maya tutar mı? Ya tutarsa! İşte ya tutarsa diye çıkılan, özenti ve kopya olmaktan öteye geçemeyen bu Batılılaşma tahakkümü ile bizim mayamız hiç tutmadı. Hamurumuz birbirine karışmadı.
Ne hamur kalabildik ne istenilen olabildik.
Ayasofya; dış kuvvetlerin karşısında "Bu memleket benim! Burası benim yurdum" diyebilmenin, "Durun Kalabalıklar" diyebilmenin simgesidir. Elinizi kaldırıp, durun dedikten sonra; artık kendi söz hakkınızı elde ettikten sonra, hiçbir zaman Batılı olamamanın ama öz memleketinde hakkıyla yaşayabilen olmanın haklı gururuyla artık su akacaktır, su çağlayacaktır.
Senelerce bitmeyen oryantalist söylemlerin göbeğinde, özümüzün kötü olduğu fikrini beyinlerimize mıh gibi çakanların karşısında duyduğumuz özgüven kaybı bitmiştir. Artık kimliğimizle, ruhumuzla, özümüzle yüzleşme, kabul etme, ve de artık ceketimizin astarını hızlıca söküp kaybettiğimiz güneşi avucumuza tekrar alma vaktidir."
MEHMED KISAKÜREK
Cumhurbaşkanımızın hissesine düşen nasibin azametini düşündük
Necip Fazıl'ın büyük oğlu Mehmed Kısakürek...
Biz onu Necip Fazıl'ın Zindandan Memed'e Mektup şiiriyle tanıdık. Babasının en yakınındaydı o. Tarihe en yakın tanıktı... Ayasofya'nın camiye dönüştürüleceğini duyduğumuzda donduk diyor ve şöyle devam ediyor: "Sevinçten donduk. Âdeta bir his iptaline kapıldık.
Gözyaşlarımıza hâkim olamadık. İlâhi takdirin ve Cumhurbaşkanımızın hissesine düşen nasibin azametini düşündük. Ve Allah'ın, kendisine bu nasibe lâyık eylemesi için dualar ettik." Ayasofya'nın cami olmasına karşı çıkanlara da iki çift lafı var: "İmanları yok, tarih şuurları yok, insafları yok, iz'ânları yok ve hatta iffetleri yok. Hâsılı, insanı insan yapan hiçbir değer ölçüleri yok... Geçti o devirler. Onlara, kendileri küçük yaygarası büyük, kâbil-i hitap olmayan şirret bir zümre gözüyle bakıyorum." "Ayasofya açılmalıdır, Türk'ün bahtıyla beraber açılmalıdır" diyor Necip Fazıl... Ona göre şu an ülkemizin bahtı da açıldı mı? Bundan sonraki süreçte başka neler olabilir, Necip Fazıl'ın bahsettiği sizinle sohbetlerinden kalan detaylar var mıdır? diye soruyorum Mehmed Kısakürek'e: "Bunu zaman gösterecektir.
Ayasofya'nın açılması sadece halkın arzusunun ve Cumhurbaşkanımızın iradesinin bir sonucu değil, bahtımızı karartan 150 yıllık sahte inkılaplar devresini sil baştan ele alacak, belki de çöpe atacak yeni bir anlayış zemininin başlangıcıdır.
Belirtmeden edemem: Bizim için muazzam bir hadise demek olan Ayasofya'nın açılması kararının hemen arkasından Cumhurbaşkanımızı tebrik imkânını buldum.
Aynen şöyle dediler: "Üstad, Ayasofya açılacak dedi, açılacak dedi ve Allah bunu bize nasip etti." Üstad'ın aksiyon ruhundaki kararlılıkla kendi vazife şuurunu ve mütevazi üslubunu birleştiren bu kısacık ifade beni çok duygulandırdı.
EMRAH KISAKÜREK:
Ülkemizin bahtı dik durduğumuz sürece açılacaktır
Emrah Kısakürek Necip Fazıl'ın ilk torunu. Aynı zamanda Büyük Doğu Yayınları'nın da genel koordinatörü. "Ayasofya'nın cami olduğu gün gözlerim doldu. İkindiden sonra Üstad'ın kabrine gittim. Dua ettim" diyor ve devam ediyor: "Müze olarak kalmasını isteyenler kaç kere ziyarete gitmişler acaba? Müze olarak kalmasındaki maksat nedir? Üstelik herkes hâlâ ziyaret edebilir. İstanbulu'un simgelerinden biri ve Fatih Sultan Mehmed Han'ın emaneti. Ayrıca öyle düşünüyor olabilirler, istediklerini de düşünebilirler. Ancak orası bir vakıf. Vakfın kuralları vardır. Öyle kalması gerekmektedir.
Müslüman Türk'ün fethettiği her coğrafyada bir nişane olarak en büyük kiliseyi camiye çevirmesi bir gelenektir. Osmanlı'dan çıkan bütün ülkelerde camiler konser alanlarına, kiliselere dönüştürülmüş, birçok yer de yıkılmış hatta izi bile bırakılmamıştır. O dönemde bu kararları alan zihniyetler maalesef Anadolu'daki birçok yerde de cami ve türbeleri tahrip ettiler. Bu vesileyle Ayasofya korunmuş oluyor.
Sonuçta Türkiye artık başka ülkelerin ekonomik, askeri, siyasi dayatmalarına ayak direyecek kadar güçlü bir ülkedir. Dolayısıyla bu tür kararları alması onun gücünü gösterir. Sonuçta biz nasıl başka ülkelerde alınan kararlara karışmıyorsak bu da bizim iç meselemizdir.
Ülkemizin bahtı da dik durduğumuz sürece açılacaktır. Yerli üretimi, yerli iş gücünü kullanarak ilerlememiz, tarımda yerli üretimin teşvik edilmesi bizim daha ileriye gitmemizi sağlayacaktır. Uzun yıllar ders kitaplarında kendi kendine yetebilen nadir ülkelerden olduğumuz öğretilmiştir.
Biz bu gerçeği bilerek yatırımlarımızı yaparsak hem tarımda hem sanayide kimseye muhtaç olmadan yolumuza devam ederiz.
Yani biz bize yeteriz."
Sbah