ANALİZ - Türkiye bu filmi görmüştü! İlker Başbuğ Can Ataklı ve Boğaziçi eylemleri... Yeni bir ayaklanma girişimi mi?
Önce eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un 27 Mayıs darbesini meşrulaştırmaya çalışan açıklaması, ardından gazeteci Can Ataklı'nın darbe iması ve hemen peşinden Boğaziçi Üniversitesi'nde provokasyon... Peki neler oluyor? 1969'da ODTÜ'yü karıştıran ve 12 Mart muhtırasına giden yolu açan o provokasyon yeniden mi sahnede? Bu kez figüranlar kim? Tüm bu soruların yanıtı analiz haberimizde...
- Giriş Tarihi: 06.01.2021 | 21:39
Türkiye ne zaman başını kaldırsa uluslararası arenada ben de varım dese darbe ya da muhtıralarla istikrarsızlaştırılıyor, içine kapatılıyordu. 27 Mayıs... 12 Mart... 12 Eylül.. 28 Şubat... Gezi...15 temmuz...
Ülke 3-5 cente muhtaç hale getiriliyordu.
Ancak Türkiye, sistem değişikliği ve Cumhur İttifakı ile istikrarı yakalıyor, Doğu Akdeniz'den Kafkaslara, Ortadoğu'dan Afrika'ya, Atlantik-Avrasya ekseninde yeni oyun kurucu ülke konumuna geliyordu.
İşte tam da bu noktada kökü dışarıda, eski vesayet kalıntıları talimat almışcasına yeniden harekete geçiriliyordu.
Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ yaptığı açıklama ile 27 Mayıs darbesine meşruiyet kazandırmaya çalışırken, gazeteci Can Ataklı darbe imasında bulunuyordu.
Ardından Boğaziçi Üniversitesi'ne yapılan rektör atamasını protesto etme bahanesi ile üniversite gençliği, aralarına sızan militanlarca provokasyona sürükleniyordu.
Üstelik CHP İstanbul İl Başkanı ve bazı milletvekileri bu provokasyonu alkışlıyor Gezi kalkışmasına benzetiyordu.
Aslında Türkiye bu filmi yıllar önce görmüştü... Senaryo aynı figüranlar farklıydı...
1968 yılının mayıs ayında Fransa'da de Gaulle iktidarına karşı başlayan ve daha sonrasında tüm dünyayı etkileyen öğrenci hareketi, Türkiye'ye de sıçrıyordu.
68'deki şiddetli olaylar, daha sonraki süreçte giderek yerini ABD ve NATO karşıtlığına bırakacaktı.
Özellikle Türkiye'de üniversitelerde yükselen Amerikan aleyhtarlığı, 6 Ocak 1969'da abd elçisi Robert Komer'in Ortadoğu Teknik Üniversitesi'ni ziyaretiyle yeni bir boyut kazandı.
Robert Komer; Vietnam'da CIA tarafından desteklenen "Barışı Koruma Programı"nın müdürlüğünü yaparken, ABD Ankara Büyükelçisi'nin yerine büyükelçi olarak atanacaktı.
Yeni büyükelçi üniversiteden randevu talep etmişti, ancak dönemin ODTÜ Rektörü Kemal Kurdaş, üniversitesindeki Amerikan aleyhtarlığının yükselişini gördüğü için pek çok kez bu isteği erteledi.
Ancak talebin yoğun bir biçimde devam etmesi üzerine büyükelçi, 6 Ocak'ta ODTÜ'ye davet edildi.
ABD elçisinin üniversite içerisinde olduğunu öğrenen sol görüşlü öğrenciler, rektörlük binası önünde toplanmaya başladı.
Elçinin makam arabasını görür görmez de önce ters çevirecek, sonra da yakacaklardı..
Büyükelçi, arabasının yakılması üzerine ilginç bir açıklamada bulunacaktı.
"Müttefik bir ülkenin temsilcisinin, büyük bir Türk üniversitesi rektörü tarafından öğle yemeğine davet edildiği bir sırada, otomobilinin ufak bir müfrit grup tarafından ateşe verilmesi gerçekten üzücü bir husustur. böyle bir olayın ODTÜ'de, bizzat Birleşik Amerika'nın dostane destek sağlamış olduğu bir okulda cereyan etmiş olması bilhassa şayanı teessürdür."
Savcılık yakma olaylarına karışan dokuz öğrenci için yakalama kararı çıkardı.
Olayların büyümesi üzerine ODTÜ'de üniversitede eğitime bir ay ara verildi.
Öğrenci birlikleri adı altında toplanan bir grup ise kapatılmaya karşı çıkarak Danıştay'a başvurdu.
Danıştay, yönetim kurulunun kapatma kararını durdururken, tutuklanan 9 öğrenci 12 Mart 1969'da 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen ilk davada beraat ettirilecekti...
Tuhaf olaylar bütünü bir zincir halinde birbirini izliyordu.
Öğrenci olayları ile başlayan Türkiye'yi istikrarsızlaştırma hamleleri başarıya ulaşıyor. 12 Mart muhtırası ile hükümet devriliyordu.