"Başak Demirtaş" olayı sonrası akıllara gelen soru: AK Parti taraftarları neden aynı özgüvene sahip değil?
HDP'nin tutuklu eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın eşi Başak Demirtaş, sosyal medya sitesi Twitter'da V.M. tarafından hedef alındı. Olayın ardından AK Parti'li bazı isimler de paylaşımı yapan kişiye tepki gösterdi. Konuyu dünkü köşesine taşıyan Takvim gazetesi yazarı İsmail Çağlar, "CHP'liler küfürbaz partililerine sahip çıkıyor, AK Partililer başkasının ettiği küfrün suçluluğunu hissediyor. AK Partililerin CHP'liler gibi davranmasını beklemiyoruz ama bu işte bir yanlışlık yok mu? Üstelik tam da Demirtaş'ın tekrar gündeme gelmek için çaba sarf ettiği bir dönemde..." diye yazdı. "Başak Demirtaş" olayı Sabah yazarı Oğuzhan Güven'in 28 Mayıs 2019'da kaleme aldığı "Özeleştiri mi? Özgüven sorunu mu?" yazısını akıllara getirdi. Oğuzhan Güven köşesinde, "Hiç düşündünüz mü? Üniversite kantinlerinde, işyerlerinde, toplu taşımada, sosyal medyada CHP taraftarları kendi siyasi görüşlerini büyük bir kibir, özgüven ve hatta düşmanca bir tavırla savunurken, AK Parti'yi ve temsil ettiği tüm grup ve değerleri yerden yere vururken, 17 yıldır siyasal iktidarda olan AK Parti taraftarları neden aynı özgüvene sahip değil? Neden böyle toplumsal karşılaşmalarda susan ve sinen hep aynı taraftır?" ifadelerini kullanmıştı.
- Gündem
- Giriş Tarihi: 17.06.2020 | 12:29
- Güncelleme Tarihi: 17.06.2020 | 14:37
HDP'nin tutuklu eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın eşi Başak Demirtaş'ın sosyal medyadan hedef alınması sonrası bazı AK Partililerin verdiği tepki akıllara Sabah gazetesi yazarı Oğuzhan Güven'in 28 Mayıs 2019'da yazdığı köşe yazısındaki "AK Parti'yi ve temsil ettiği tüm grup ve değerleri yerden yere vururken, 17 yıldır siyasal iktidarda olan AK Parti taraftarları neden aynı özgüvene sahip değil?" sözlerini akıllara getirdi.
İşte Sabah gazetesi yazarı Oğuzhan Güven'in 28 Mayıs 2019'da kaleme aldığı yazı:
Hiç düşündünüz mü? Üniversite kantinlerinde, iş yerlerinde, toplu taşımada, sosyal medyada CHP taraftarları kendi siyasi görüşlerini büyük bir kibir, özgüven ve hatta düşmanca bir tavırla savunurken, AK Parti'yi ve temsil ettiği tüm grup ve değerleri yerden yere vururken, 17 yıldır siyasal iktidarda olan AK Parti taraftarları neden aynı özgüvene sahip değil? Neden böyle toplumsal karşılaşmalarda susan ve sinen hep aynı taraftır?
Bir teröristten veya canlı bombadan tek farkı henüz kendini patlatıp onlarca kişiyi öldürmemiş olmak olan bir il başkanını bile Kemalistlerin tek kelime eleştirdiğini gördünüz mü? Oy kitlesinin önemli bir bölümünü Alevilerden alan CHP'nin Madımak Katliamı için yıllarca öfke kustukları Temel Karamollaoğlu'na nasıl sarıldığını görmediniz mi? MHP'ye milliyetçilik dersi vermeye yeltenenlerin Kandil'le beraber oy kullandığını bilmiyor musunuz?
BU İNSANLAR NEYİN PEŞİNDEDİR?
Peki güçlü bir örgütsel mobilizasyonla adeta ortak düşmana karşı tek hedefe kilitlenmiş bir biat kültürüyle hareket eden bu 'çok aydın kesim'in karşısında muhafazakarların durumu nedir? Muhafazakâr, İslamcı veya milliyetçi olduğundan dolayı neredeyse özür dileyen, sanki AK Parti Hükümeti ve Erdoğan'ı desteklemek utanılacak bir şeymiş gibi davranan, istinasız hemen her fırsatta muhafazakâr siyasete, topluma ve devlete eleştiri getirip, küçümsemek için fırsat kollayan bu insanlar neyin peşindedir? Bu hal ve hareketler son yıllarda özelikle de muhafazakâr diye bilinen medyada ve yine AK Parti çevrelerinde bulunmuş ama zamanla eski konumlarını kaybetmiş siyasetçi-bürokratlar için bir hayat gailesine dönmüş durumda. Görevleri sırasında veya makamlar korunurken yükselmeyen eleştiri sesleri, her nasılsa, Türkiye'nin milliyetçi, muhafazakâr insanlarını aşağılayıp şamar oğlanına çeviren, onlardan esirgedikleri şefkati Beyazlara, CHP'ye, HDP'ye gösteren bir ruh haline dönüşmüştür.
Peki özeleştiri olmayacak mı? Tabii ki olacak. Ancak eleştiri dediğimiz şey bir yöntem çerçevesinde ve ilerleme için yapılır. Eleştirinin en başta bir yöntemi olması, yer ve zaman bildirerek tekil hadiseleri konu edinmesi bunun da sebep-sonuç ilişkisi çerçevesinde tartışılması gerekir. Mesela nargile kafelerin olumsuz yönlerinden bahsedilebilir ama nargile kafelerin ontolojisi üzerinden kalkarak bütün bir muhafazakâr kesimin yozlaştığı ve 'öz'ü kaybettiğine dair toptancı genellemelere varılamaz. Varılsa da bu trollük ciddiye alınmaz.
Muhafazakâr entelektüellerde son zamanlarda moda haline gelen eleştiri furyasının dili çoğunlukla her toplumsal kesimde yaygın olması beklenen rasyonel, analitik bir eleştiri dili olmamış, karşı tarafa neredeyse hiç yöneltilmemiş, bütün muhafazakâr siyasete ve hatta sıradan muhafazakâr insanlarımıza karşı aşağılayıcı, küçümseyici ve tekil örnekleri genelleyen bir kampanyaya dönüşmüştür. Ülkenin son 17 yılda yaşadığı tüm değişime, daha önce en temel insan haklarından mahrum bırakılmış, insan yerine konulmamış muhafazakâr kadın ve erkeklerin geldiği ve ayrıca sıradan bir Amerikancı 3. Dünya ülkesinden bugün bağımsız bir ülke olarak Türkiye'nin özelikle de Dünya Müslümanları ve küresel aktöre dönüşme bakımından ulaştığı noktaya rağmen, Türkiye'de muhafazakarlığın en ufak bir gelişme göstermediği iddialarına kadar savrulmuştur.
İSLAMİ OLMAYAN, İTHAL BİR DİLDİR
Bu son yıllardaki "abartılı özeleştiri" modası yozlaşmanın, hayal kırıklığının, dejenerasyonun kriterini nargile kafelere indirgeyen, sırf muhafazakarlarla dalga geçmek ve onları itibarsızlaştırmak üzere imal edilmiş sosyal medya capsleri üzerinden muhafazakar orta sınıfı eleştiri konusu yapan, başörtülü kadınların cipe binmelerini mesele edinen ve bu saçma sapan argümanlarla toptancı bir şekilde Türkiye'de muhafazakar toplum ve siyasetin nasıl özünü kaybederek gerçek bir hezimet halini aldığını anlatan bir 'yıkım' kültürüdür. Özelikle gençleri ve kadınları tekfir etmeye varacak, gençleri motive etmek yerine iyice itip düşmanlaştıran bu dil eleştiri dili olmadığı gibi son derece zararlıdır. İslam dini sadece kadınlara inmiş gibi, bütün dini normları, yasakları kadın bedeni üzerinden tanımlayan, kadınlara kaliteli yaşamayı, kariyer ve eğitim süreçlerini günah gösteren bu dil cinsiyetçi olduğu kadar iptidai ve bir o kadar da İslami olmayan, ithal bir dildir. Üstelik bu dil 28 Şubatçıların muhafazakâr kadınlara yaptığı baskının aynısını yapmakta, halihazırda plazalarda, üniversitelerde ve pek çok sivil-sosyal alanda ötekileştirmeye maruz kalan muhafazakâr Türk kadınına bir darbeyi de kendi mahallelerinden vurmaktadır.
Kentleşme, bireyleşme, orta-sınıflaşma gibi sosyolojik süreçlerden geçmiş bir toplumsal grubu 80'lerin cemiyet haline geçememiş toplumsal cemaat formasyonuyla değerlendirmek hatalıdır. Kentli, üniversiteli, 2.-3. kuşak muhafazakâr orta-sınıf bireylerin davranışları, tüketim ve eğlence anlayışları, hoşumuza gitsin gitmesin, önceki kuşaklardan farklı olacaktır. Bu noktada 28 Şubat'ın "niye babaannen gibi başını örtmüyorsun?" anakronizmine düşmemek gerekir.
15 TEMMUZ BUNUN EN SON VE EN GÜZEL ÖRNEĞİDİR
Asıl sorun eleştirilerin toptancı, genelleyici ve kampanya halinde olmasıdır. Sorunları eleştirmek ayrı ama bunu bir süre sonra neredeyse memlekette her şey eskiden iyiymiş de şimdi bütün sorunların kaynağı muhafazakarlarmış gibi bir iddiaya dönüştürmek hem tarih bilmemektir hem de hakikatlere ihanettir. Bu yeni moda arabesk iddialar iddia sahiplerinin içinden çıktığı toplumsal grubu beğenmeyip, onlardan üstenci bir dille sıyrılma ve karşıt grup tarafından alkışlanma çabası olarak da okunabilir. Halbuki tüm eksiklere, yanlışlara rağmen bu memleket ayaktaysa milliyetçi-muhafazakârlar sayesindedir. Bu da her kritik dönemde tasdik edilmektedir. 15 Temmuz bunun en son ve en güzel örneğidir.
Özeleştiri kisvesiyle gizlenen bu kompleksin arkasında henüz orta-sınıflaşma sürecini tamamlayamamış, kentli, muhafazakâr toplumsal grupların geçiş sürecini yoğun bir kültürel hegemonya baskısı altında yaşaması vardır. Kültürel hegemonyanın ağırlığı hegemonyaya karşıt bireylerin kamusal alanda kendilerini toplumsal olarak gerçekleştirmelerini de zorlaştırır. En başta kendine güven ve saygı duygusu bireylerde kaybolur. Sistem içinde hep bir 'ikinci sınıflık psikolojisi' bireye hâkim olur. Kültürel kimliğin ve kodların yaratacağı 'öteki' duygusundan çekinen bireyler toplumsal hayatta dikkat çekmemeyi, dışlanmamayı seçer. Bu teslimiyet kültürel hegemonyanın daha da rakipsiz olmasına yol açar.
Bu söz konusu kompleks yalnızca kültürel hayatta değil, siyasal alanda da zuhur etmiştir. Muhafazakâr çevrenin siyasetçilerinden bazıları CHP'nin içinde bulunduğu ittifakın çatı adayı olmak için uğraşmış ama başaramamıştır. Yine aynı çevrenin insanları 7 Haziran sonrası CHP ile koalisyonu savunmuştur. Tuhaf olan o dönem CHP ile koalisyon için can atanların bugün 15 Temmuz direnişinde ortaya çıkan MHP ile ittifaka karşı çıkmaları, bunu da "kimlik kaybı" olarak açıklamaya çalışmalarıdır. Bunu anlamak da zor değildir. MHP sonuçta aynı kavruk Anadolu çocuklarının, aynı toplumsal tabanın partisiyken CHP Beyaz-Batıcı kültürel hegemonyayı temsil eden, idealize edilip hep kompleks duyulandır. Benzer bir kompleks CHP ile ittifak yapıldığında destekleyip AK Parti'yle ittifak yapıldığında MHP'den ayrılan, tepki gösterip yeni parti kuran, sol-Kemalist hegemonya tarafından asimile edilmiş eski ülkücüler için de geçerlidir.
ELEŞTİRİ VE ÖZELEŞTİRİLER İLE KENDİNE 'VURMAK' ARASINDA FARK VAR
Sonuç olarak toplumsal ve kültürel değişimler ancak bir yöntem ve tarihsel süreç çerçevesinde analiz edildiğinde anlamlı olacaktır. Onun dışındaki yaklaşımlar hamasetin ötesine geçemeyecektir. Bilindiği üzere hamaset analiz yapamayanların başvurduğu bir çıkış yoludur. Aynı şekilde de eleştiri tüm modern, demokratik toplumların temelidir. Ancak analitik olarak yapılan eleştiri ve özeleştiriler ile kendine 'vurmak' arasında fark vardır. Mesela 2002 sonrası her şeyin eskisi gibi kötü olduğunu söylemek kendi varlığını ve kimliğini reddetmek gibidir.
AK PARTİLİLERİN CHP'LİLER GİBİ DAVRANMASINI BEKLEMİYORUZ AMA BU İŞTE BİR YANLIŞLIK YOK MU?
İşte Takvim gazetesi yazarı İsmail Çağlar'ın dünkü "Başkasının Yerine Özür Dilemek" başlıklı yazısı:
Selahattin Demirtaş uzun bir aradan sonra yeni imajı ile aramıza geri döndü. Malum terör örgütü üyeliği suçundan hapiste.
İçeriden haber yollamış; HDP, Millet İttifakı'nın parçası değildir. Kimseyle seçim ittifakı yapmadık. Ancak bazı seçim bölgelerinde koşulsuz olarak aday çıkartmayıp başka adayları destekledik, demiş. İyi, güzel... Hapiste diye konuşmasına engel konacak değil ya. Görüşünü açıklayabilir. Bir terör hükümlüsünün 'siyasi' beyanlarını ciddiye alanlar, otursun kendi derdine yansın.
Demirtaş'ın açıklamaları birden gündeme oturdu. Ama neden?
Bilinmeyen bir şey mi söyledi Demirtaş? CHP, İYİ Parti ve HDP ittifakı yıllardır tartışılıyor.
CHP ve İYİ Parti, HDP ile ittifak yapmadıklarını söylerken hep aynı argümanları kullanıyorlar. Demirtaş da bu argümanları tekrarlıyor. Ne konuda, ne içerikte, ne aktörlerde bir değişiklik yok. Ama Demirtaş gündem. Derken bir tweet ortaya çıkıyor. Müptezelin birisi Selahattin Demirtaş'ın eşi Başak Demirtaş'a küfür etmiş. Küfür eden kişinin siyasi bir kimliği yok. Bir partinin temsilcisi değil. Kamuoyunun yakından tanıdığı yazar, çizer, şarkıcı, türkücü, gazeteci de değil.
Bildiğimiz klavye başında aslan kesilen, dünyayı kurtaracağını zanneden, ona buna haddini bildirmeye çalışan bir müptezel.
Herhangi birisine küfür etmenin yanlış olduğunda aklı başında olan herkes hemfikir. Hele ki bir hanıma kocasının yapıp ettiklerinden dolayı cinsiyetçi küfür etmeyi kimse kabullenemez.
Yapılması gereken şey belli.
Başak hanım pek tabii ki şikayetçi olacak ve küfürbaz müptezel hak ettiği cezayı alacak. Ama o da ne?
AK Partili isimlerden peş peşe açıklamalar geliyor. Başak Hanıma yapılan hakaretin kabul edilemez olduğunu döne döne anlatıyorlar.
Evet haklılar; kabul edilemez, yanlış, edepsizlik, ayıp, günah!
Peki bu suçluluk psikolojisini ne yapacağız? Küfreden kişi AK Partiyi temsil konumunda mı? Daha önce AK Partililer Başak hanım veya başka kişilere küfür etti de partinin bu konuda sabıkası mı var? Küfür, hakaret, aileyi dile dolamak AK Parti siyasetinin alışkanlıkları mı ki suçluluk hissediliyor? AK Parti muhafazakar kimliğe sahip bir parti.
Sicili bu konularda tertemiz. Nadiren de olsa bünyesinden çıkan çürük elmaları barındırmamış. Hemen disiplin sürecini işletip partiden atmış. Lideri Erdoğan siyasi hayatı boyunca küfretmek bir yana rakiplerinin ailelerini bir kere bile diline dolamamış.
Erdoğan ve AK Parti aksine küfrün, hakaretin, aileye yapılan saldırıların muhatabı olmuş.
Daha geçtiğimiz günlerde CHP İzmir teşkilatı mensubu kişilerin Erdoğan ve ailesine küfrettiği tweetler ortaya çıkmadı mı? Ne yaptı CHP? Küfürbaz teşkilat mensuplarına sahip çıktı!
Milletvekilleri adliyede, mahkemede küfürbaz partililerini bir an bile yalnız bırakmadılar. CHP'liler küfürbaz partililerine sahip çıkıyor, AK Partililer başkasının ettiği küfrün suçluluğunu hissediyor.
AK Partililerin CHP'liler gibi davranmasını beklemiyoruz ama bu işte bir yanlışlık yok mu?
Üstelik tam da Demirtaş'ın tekrar gündeme gelmek için çaba sarf ettiği bir dönemde...
Ve tabii 'bazı AK Partililer neden böyle?' sorusunu da sormak gerekiyor? Neden sicillerinin tertemiz olduğu bir konuda suçluluk hissediyorlar? Neden savunma pozisyonuna bu kadar yatkınlar? Neden bir şey olacak ve günün sonunda ihale bize kalacak tedirginliği yaşıyorlar?
Neden norm koyucu, makul çoğunluğun temsilcileri olmalarına rağmen azınlık psikolojisi ile hareket ediyorlar?
NE OLMUŞTU?
Başak Demirtaş, Vedat M. hesabını kullanan kişi tarafından Twitter üzerinden cinsiyetçi bir saldırıya uğramıştı.
Sakarya Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan yapılan açıklamada, "Bir kısım basın yayın organları ile sosyal medya platformlarında, Selahattin Demirtaş ve eşi Başak Demirtaş aleyhine yapılan Twitter paylaşımına dair yer alan haberlere ilişkin olarak, kamuoyunu aydınlatma zarureti hasıl olmuştur. Söz konusu paylaşımlarda bulunan ve kimliği tespit edilen şahıs hakkında gözaltı kararı verilmiş olup, soruşturma hassasiyetle takip edilmektedir" ifadesi kullanılmıştı.