Uzmanlardan koronavirüs uyarısı: "Paniğe yer yok"
Uzmanlar, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) ile mücadelede paniğe yer olmadığını belirterek, alınacak basit önlemlerle oluşturulacak "güven" hissinin sürecin sağlıklı yönetiminde önemli olduğuna işaret ediyor.
- Gündem
- Giriş Tarihi: 18.03.2020 | 12:00
- Güncelleme Tarihi: 18.03.2020 | 12:36
Salgın haline dönüşmesiyle toplumların da adeta "izole" olmasına neden olan Kovid-19'la ilgili sürecin Türkiye'de devlet tarafından alınan tedbirler sayesinde doğru yönetildiğine dikkati çeken uzmanlar, bunun bireysel davranışlarla da desteklenmesi gerektiğini bildiriyor.
Sosyal medyanın da güçlü etkisi nedeniyle mesafe kavramının ortadan kalktığını anımsatan uzmanlar, yetkililer tarafından açıklanmayan hiçbir bilgiye itibar edilmemesi gerektiğini, böylece bireyde oluşacak "güven" hissiyle de sürecin daha kontrollü yönetilebileceğini vurguluyor.
"KAYGI BELLİ BİR SINIRI GEÇTİĞİ ZAMAN YIKICI OLMAYA BAŞLIYOR"
Yeni tip koronavirüs korkusuyla baş etmenin yollarını değerlendiren Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Nesrin Dilbaz, paniğin insanları korkuttuğunu, sakin olmanın ise koruduğunu söyledi.
Böyle bir dönemde kaygılanmanın doğal olduğunu, bunun önlem almayı sağladığını belirten Dilbaz, "Ama kaygı belli bir sınırı geçtiği zaman da yapıcı olmak yerine yıkıcı olmaya başlar. Bilinmezlik kaygıyı arttırır. Bilgi sahibi olmadığımız konular ki yeni tip koronavirüs şu an için bu durumda, aşısı ve tedavisinin henüz olmaması, kaygıyı artırabiliyor. Eğer liderler durumu iyi kontrol edemezse kaygı artıyor ki bu anlamda ülkemizin iyi bir durumda olduğunu düşünüyorum. Sağlık Bakanımız başta olmak üzere Bilim Kurulu, uzmanlar ve liderler hepsi gayet iyi bilgilendirme ve yönetim yapıyor." diye konuştu.
Sağlık dışında insanların maddi olarak kaygılarının olabileceğine işaret eden Dilbaz, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Ekonomi nasıl olur?' 'İşimi kaybeder miyim?' 'Maddi sıkıntılarımız olur mu?' şeklindeki pek çok soru, insanlarda kaygının artmasına yol açabiliyor. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde insanların kaygısının olduğunu görebiliyoruz. Ama panik durumuna geldiğimizde ki bunları da gördük, kolonya, market kuyrukları gibi bunlar çok sağlıklı davranışlar değil. Özellikle sürekli medyayı ya da sosyal medyayı izlemek de panik duygularını artıran konular. Bu konularda uzmanların dışındaki bilgilendirmeleri dikkate almamak gerekiyor. Güven, korkuyu ve kaygıyı azaltır. Güvenmediğimiz müddetçe kaygı ve korkularımız artacaktır."
Prof. Dr. Dilbaz, karanlıklarla savaşmak yerine aydınlıklara odaklanılması gerektiğine işaret ederek, "Savaşmak önemli ama panik olmak korku yaratır. Biz ne kadar sakin davranırsak bağışıklık sistemimiz o kadar aktive olacaktır, mücadele edecektir. Lütfen sakin olalım, artık aydınlıklara yönelelim." ifadesini kullandı.
"GÜVEN DUYGUSU, KORKUNUN YERİNİ ALACAKTIR"
Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Nesrin Dilbaz, bilinmeyen bir şeyin bireyleri korkuttuğunu ancak kontrol duygusunun çok önemli olduğunu belirterek, şunları kaydetti:
"Bir şeyi kontrol edemediğimizde korkarız. Maske taktığımızda veya ellerimizi yıkadığımızda bir şeyleri kontrol edebildiğimizi, kendimizi hastalıktan uzak tutabileceğimizi kendimize anlattığımız sürece güven duygusu korkunun yerini alacak, stresimiz azalacak ve beyinde kortizol denen bir maddenin salınımı da azalacak. Bu biyolojik olarak gösterilmiş bir şey. Onun için kendimizi güvende hissedebileceğimiz bütün aktivitelerin hepsi bağışıklık sistemini artı olarak etkileyecek. Stresimiz azalacak ve vücudumuz mücadelesini daha da artırabilecek."
Uykunun da bağışıklık sisteminin en önemli koruyucu unsurlarından olduğunu, uyku bozukluğu arttıkça panik bozukluğunun arttığını, aynı zamanda bağışıklık sisteminin de baskılandığını dile getiren Dilbaz, özellikle 65 yaş üzeri ve kronik hastalığı olanların da uyku ve uyku hijyenine dikkat etmeleri gerektiğini bildirdi.
"BU SÜREÇTE KİTAP OKUYUP FİLM İZLEYEREK RUHSAL DİNGİNLİĞE ULAŞMAK ÖNEMLİ"
Kaygının çok fazla artmasının kişinin kendini izole etmesi, karamsarlık ve umutsuzluk gibi psikolojik dayanıksızlığa yol açtığını ve bağışıklık sisteminin baskılandığını, bunun da istenilen bir durum olmadığını belirten Dilbaz, şu önerilerde bulundu:
"Bu yüzden doğal süreçteki hayatımıza devam etmemiz gerekir. Bu noktada neler yapabiliriz? Sosyal medya kullanımına ara verin. Günde iki kere sabah ve akşam bakılabilir. Sadece yetkili isimlerin bilgilerine güvenin ve inanın. Sağlık Bakanının bilgilerine güvenin. Gündeme ilişkin haberleri günde sadece iki kez takip edin. Hijyen kurallarına uyun. Egzersiz yapın. Sağlıklı beslenin. Doğru ve dengeli beslenme bu dönemde çok önemli. Uykunuzu düzenleyin. Uykunuzu iyi alın."
Prof. Dr. Dilbaz, kaygı ve paradokstan uzak durulması gerektiğini ifade ederek, "Direnç gösterdiğimiz şey devam eder. Bir şeyi ne kadar düşünmek istemezsek daha fazla aklımıza gelir. Onun için özel çaba sarf etmeyip günlük yaşama devam etmek gerekir. Özelikle normal yaşamda kaygı bozukluğu olan insanlar bu gibi durumlarda daha çok güvence ararlar kaygıyla baş etmek için daha çok yer ve daha çok içerler. Bu noktada beslenmeye dikkat etmeli. Kitap okuyup, film izleyerek ruhsal dinginliğe ulaşmak önemlidir." değerlendirmesinde bulundu.
"KORKUNUN İYİ AYARLANAMAMASININ DA İSTENMEYEN SONUÇLARI VAR"
Yeditepe Üniversitesi Koşuyolu Hastanesi Psikyatri Uzmanı Doç. Dr. Hakan Atalay da yaşıyor olmanın hem sayısız zevkleri hem de tehlikeleri olduğunu, zevklerin hoşnutluk hissine, tehlikelerin ise korkuya neden olduğunu belirterek, şöyle devam etti:
"Birçok duygu bu iki ana eksenin çeşitlemelerinden ibaret. Söz gelimi, bir şeyden zevk aldığımızda hissettiğimiz hoşnutluk duygusu beslenmemizi, güçlenmemizi ve çoğalmamızı, tehlike algıladığımızda hissettiğimiz korku ise buna uygun önlemler alarak kendimizi korumamızı, nihayetinde hayatta kalmamızı sağlıyor. Ancak bu her iki duygunun iyi ayarlanamaması halinde, istenmeyen sonuçlar ortaya çıkıyor. Örneğin, zevki fazla kaçırıp çok fazla yediğimizde obez oluyor, çeşitli hastalıklara yakalanıyoruz ve bizi geliştirmek için gelişmiş olan bir mekanizma hayatımızı riske sokan bir duruma dönüşüyor. Aynı şekilde korkunun iyi ayarlanamamasının da istenmeyen sonuçları var. Sağlığımıza dikkat etmek ve önlem almak hayatta kalmamız için olumlu bir tutum iken, sağlığımızla ilgili çok fazla korkmaya başladığımızda ve her türlü işareti hastalık olarak yorumladığımızda, zihnimiz günlük işlerimizi sürdüremeyecek kadar hastalıkla meşgul hale gelebiliyor."
Doç. Dr. Atalay, son günlerde yaşanan yeni tip koronavirüsle ilgili toplumsal ruh hali için de benzer bir uyarıda bulunulabileceğini belirterek, konuşmasını şu tavsiyelerle tamamladı:
"Elbette bir tehlike ile karşı karşıyayız ve önlem almamız gerekiyor. Rehavet, ciddi olumsuz sonuçlara neden olabilir. Bazı ülkelerin yaşadıkları bunu bize gösterdi. Fakat herkese yayılan ve toplumsallaşan korku hali, akıllıca düşünmemizi ve kararlar almamızı engelliyor. Örneğin, tüm toplumun karantinaya alınacağı, bu nedenle yiyecek bulunamayacağı korkusuyla herkes marketlere akın ederse, marketler talan edilirse, gerçekten de bir yiyecek bulma sorunu yaşanabilir. Bu da korkunun bizi koruyacak bir duygu olmaktan çıkıp zarar verici olmaya başlamasına diğer bir örnektir. O halde, toplum olarak yapmamız gereken şey, tehlikeyi rasyonel bir şekilde belirlemek, bu amaçla bilimsel bilgileri izlemek, gerekirse yetkilileri uyarmak ve ortak hayatımızda her bireyin herkese karşı sorumlu olduğunu unutmadan, önerilen tedbirleri kendi hayatımızda aksatmadan uygulamaktır."