Kerbela nerede? Kerbela olayı nedir, tarihte neler yaşandı?
Aşure Günü’nde facianın yaşandığı Kerbela nerede? Kerbela olayı nedir? Irak Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, Aşure Günü sırasında yaşanan izdiham nedeniyle 31 kişinin yaşamını yitirdiği, 100’den fazla kişinin de yaralandığı belirtildi. Her yıl Aşure Günü’nde Irak’ın Kerbela kentinde etkinlik düzenleniyor. Peki, Kerbela olayı nedir? İşte, Kerbela hakkında tüm merak edilenler…
Kerbela nerede? Kerbela olayı nedir sorusu Aşure Günü'nde gündem oldu. Her yıl Aşure Günü etkinlikleri kapsamında binlerce insan Kerbela kentine akın ediyor. Ancak etkinliklerde bu yıl facia yaşandı. Irak Sağlık Bakanlığı Sözcüsü Seyf el-Bedir, yaptığı yazılı açıklamada, Kerbela'daki Aşure Günü etkinliği kapsamında düzenlenen "Tuveriç Koşusu" sırasında izdiham yaşandığını belirtti. Bedir, izdiham sonucu 31 kişinin hayatını kaybettiğini, 10'u ağır 100 kişinin yaralandığını aktardı. Peki, Kerbela olayı nedir? Kerbela nerede? İşte yanıtı!
KERBELA NEREDE?
Kerbelâ. Hz. Hüseyin'in türbesinin bulunmasından dolayı Şiîler'ce kutsal sayılan şehirdir. Bağdat'ın yaklaşık 100 km. güneybatısında yer alır.
Günümüzde aynı adı taşıyan 5034 km2 genişliğindeki 455.868 (1987) nüfuslu bir idarî birimin (muhafaza) merkezi olan Kerbelâ şehri, eski Kerbelâ'nın etrafında daha çok batı yönünde gelişen yeni mahallelerden oluşmuş modern bir yerleşme merkezidir; 300.000 civarındaki nüfusun büyük çoğunluğunu İran, Pakistan ve Hindistan'dan gelip buraya yerleşen Şiî-ler'le Arap asıllı Şiîler teşkil etmektedir.
KERBELA OLAYI NEDİR?
Kerbelâ'nın İslâm tarihindeki şöhreti, Hz. Hüseyin ile ailesi fertlerinin 10 Muharrem 61 (10 Ekim 680) tarihinde Emevîler'ce şehid edildikleri yer olması ve kabirlerinin burada bulunmasından kaynaklanmaktadır. Hz. Ali'nin medfun olduğuna inanılan Neceften sonra ikinci atebedir. Kerbelâ isminin Akkadca "sivri külah" anlamındaki karballatu kelimesinin Orta İbrânîce ve Ârâmîce'de aldığı karbalâ şeklinden Arapça "Bâbil çevresi" mânasına gelen Küver Bâbil'den ve yine Arapça "ayakların yumuşak zemine batması" anlamındaki kerbele kökünden geldiği yolunda bazı görüşler ileri sürülmüşse de kesin bir sonuca varılamamıştır.
12 (634) yılında Hâlid b. Velîd'in Hîre'nin fethinden sonra ordusuyla Kerbelâ'ya indiği ve burada birkaç gün konakladığı bilinmektedir. Hz. Ali'nin de Enbâr yahut Sıffîn'den Kûfe'ye dönüşünde buraya uğradığı ve beraberinde bulunanların susuzluktan endişe ettikleri, ancak bir kuyu bulup su içtikleri rivayet edilir. Bu bilgiler Kerbelâ'nın İslâm öncesinde kurulmuş bir belde olduğunu göstermektedir.
Hz. Hüseyin ile beraberindeki yetmiş kadar muharibin şehid edilmelerinden ve Emevî ordusunun onun kesik başıyla esir alınan haremi mensuplarını Dımaşk'a götürmek üzere yola çıkmasından sonra açıkta bırakılan şehid cesetleri. Benî Esed mensubu Gâdiriye köylüleri tarafından Hâir denilen yerde toprağa verildi. Hz. Hüseyin'in başının İse Halife I. Yezîd'e sunulduktan sonra nereye gömüldüğü bilinmemektedir. Bu hususta çeşitli rivayetler bulunmakta ve en kuvvetli ihtimalin Medine'de Baki Mezarlığı olduğu sanılmaktadır.
Hz. Hüseyin'in başsız cesedinin gömüldüğü Hâir mevkii kısa zamanda bir ziyaretgâh halini almış, onun bir süre Dımaşk'ta tutulan ailesi fertleri de Medine'ye dönmek üzere serbest bırakıldıklarında burayı ziyaret etmişlerdir. Rivayete göre Hz. Hüseyin'i Küfe ahalisi adına davet edenlerin lideri olan Süleyman b. Surad el-Huzâî de adamlarıyla birlikte ziyarete gelmiş ve onu Emevîler'in karşısında yardımsız bırakmanın utancı içinde bir gün bir gece kabrin başında kalmıştır. Zeynelâbidîn, Muhammed el-Bâkır ve Ca'fer es-Sâdık'tan gelen rivayetler Hz. Hüseyin'in kabrini ziyaret etmenin meşruiyet ve faziletine dikkat çekmiş ve Şiîler'in ziyaretlerini arttırmalarına yol açmıştır. Şiîler'in Hz. Hüseyin'in türbesine olan düşkünlükleri zamanla aşın boyutlara ulaşmış ve Kerbelâ kutsal (haram) belde sayıldığı gibi burayı ziyaret de hac ile kıyaslanmıştır.
Abbâsîler'in ilk devirlerinden itibaren Hz. Hüseyin'in türbesine özen gösterilmesine, hatta giderlerini karşılamak üzere Halife Mehdî-Billâh'ın annesi Ümmü Mûsâ bint Mansûr tarafından bir vakıf kurulmasına rağmen Mütevekkil-Alellah, 236 (850-51) yılında Şia'ya olan düşmanlığı sebebiyle türbeyi ve çevresindeki binaları yıktırarak araziyi tarla haline getirdi; ayrıca ziyarete gelenlerin en ağır şekilde cezalandırılacağını ilân etti.
Ancak Mütevekkil'in koyduğu bu yasağın pek etkili olmadığı ve bir süre sonra türbe ile diğer binaların tekrar yapılıp ziyarete açıldığı, İbn Havkal'in 366 (977) yılında burada her yanında birer giriş kapısı olan kubbeli geniş bir türbe bulunduğu ve pek çok insan tarafından ziyaret edildiği şeklindeki kaydından anlaşılmaktadır. Aynüttemr'de çeşitli kabilelerin başına geçen Dabbe b. Muhammed el-Esedî, 369'da (979-80) diğer atebelerle birlikte burayı da tahrip ederek türbede bulunan kıymetli eşyayı yağmalayıp çöle döndü.
Olayın arkasından Büveyhî Sultanı Adudüddevle gereken tamiratı yaptırdı [637] daha sonra yine Bü-veyhîler'den Sultanüddevle'nin veziri Hasan b. Fazl er-Râmhürmüzî 413'te (1022) türbenin etrafını bir duvarla çevirtti. Selçuklu Sultanı Me-likşah burayı ve Necef i ziyaret etti (479/ 1086). İlhanlı Hükümdarı Gâzân Han, Kerbelâ ziyareti sırasında türbeye çok miktarda hediye bıraktı (703/1303). Rivayete göre, Kerbelâ'nın su ihtiyacını karşılamak maksadıyla Fırat nehrinden açılan ve günümüzde Hüseyniye adıyla bilinen kanal İlhanlı Hükümdarı Gâzân Han yahut babası Argun Han tarafından inşa ettirilmiştir. 727 (1327) yılında buraya gelen İbn Battûta şehrin hurmalıklar içinde, Meşhed-i Hüseyin'in de şehrin tam ortasında bulunduğunu, yanında büyük bir medrese ile ziyaretçilerin barınması için bir zaviyenin mevcut olduğunu ve su ihtiyacının Fırat nehrinden karşılandığını belirtir. Aynı yüzyılda Kerbelâ'ya uğrayan Hamdullah el-Müstevfî de şehrin çevresinin 2400 adım olduğunu söyler.
Timur 79S (1393) yılında ordusuyla Bağdat'a geldiğinde Hille'ye kaçan Ahmed Celâyir ile Kerbelâ ovasında karşılaştı. Kesin netice elde edilemeyen bu savaştan sonra Fırat kenarına çekilen Timur ve askerleri meşhede saygı gösterdiler. Bu tarihten sekiz yıl sonra Bağdat'ı işgal edip katliam yapan Umurlular Kerbelâ'ya dokunmadılar.
Şah İsmail'in 914'te (1508) Bağdat'ı ele geçirmesinin ardından Kerbelâ'ya gittiği ve türbenin tezyinini emrettiği, ayrıca on iki adet altın kandil koydurduğu, 932 (1526) yılında II. İsmail'in buraya gelip kabrin üzerine gümüş bir şebeke yaptırdığı bilinmektedir. Kanunî Sultan Süleyman Bağdat'ı aldıktan sonra Kerbelâ'yı ziyaret etmiş (941/1534) ve Hüseyniye su kanalını onartarak kumla dolan sahaların tekrar bahçe haline getirilmesini sağlamıştır. III. Murad da zaman içinde harap olan türbeyi 991'de (1583) yeniden yaptırmıştır. Bağdat'ın İran yönetimine geçmesinin ardından 1156 (1743) yılında Nâdir Şah Kerbelâ'yı ziyaret etmiş, Şah Hüseyin'in kızı Radıyye Sultan Begüm türbenin giderlerini karşılamak maksadıyla bir vakıf kurmuş, Âgâ Muhammed Han da kubbe ile minare külahlarını altınla kaplatmıştır.
1801 yılı Nisan ayı başlarında Vehhâbî-ler Kerbelâ'yı yağmalayıp 3000'in üzerinde Şiî'yi öldürdüler; bu arada Hz. Hüseyin'in sandukasını tahrip ederek türbedeki kıymetli eşya ve hediyeleri alıp götürdüler. XIX. yüzyılın ortalarına doğru Kerbelâ'ya sığınan bir kısım isyancının devlete baş kaldırma hareketi 1843 yılında Bağdat Valisi Necib Paşa tarafından bastırıldı. 18S7'de Bağdat Valisi Ömer Paşa zamanında telgraf şebekesi kurulurken Kerbelâ bu hatta bağlandı. Midhat Paşa da Bağdat valiliği sırasında burada imar faaliyetlerinde bulunmuş ve bazı resmî binalar yaptırırken çarşı alanını genişletmiştir. XX. yüzyılın başlarında 50.000 civarındaki nüfusuyla İrak'ın Bağdat'tan sonra ikinci önemli şehri olan Kerbelâ özellikle ziyaretçilerin bıraktığı gelirler, türbenin vakıfları, Necef ve Mekke yolları üzerinde bulunması gibi etkenler sebebiyle bölgenin en zengin ve mâmur şehriydi. Ayrıca Bağdat-Basra demiryoluna Hille'nin kuzeyinden bağlanan tâli bir hat ulaşımını daha da kolaylaştırmıştı.