Fahri Kasırga: Seccade istedim, vermediler
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca, FETÖ'nün darbe girişimi sırasında Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Fahri Kasırga'nın kaçırılmasına ilişkin 27 asker hakkında hazırlanan iddianame, Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesine gönderildi. İddianamede Fahri Kasırga, "Elimi gözümü zorla bağladılar, ayaklarımı plastik kelepçelediler. Seccade ve su istedim, vermediler. İhtilal yaptık dediler, 'vurun beni' dedim." ifadelerini kullandı.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın darbe girişimine yönelik yürüttüğü soruşturma kapsamında Cumhuriyet Savcısı Ali Alper Saylan tarafından hazırlanan 138 sayfalık iddianamede, aralarında Cumhurbaşkanı Muhafız Alay Komutanı Kurmay Albay Muhsin Kutsi Barış ve firari Tuğgeneral Ali Kalyoncu'nun da bulunduğu 27 şüpheli hakkında 3'er kez müebbet ve 36,5'şar yıl hapis cezası istendi. İddianamede, Cumhurbaşkanı Muhafız Alay Komutanı Kurmay Albay Muhsin Kutsi Barış'ın, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Fahri Kasırga'nın Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Nizamiyesi'nden zorla derdest edilerek, askeri bir ambulansla Akıncılar Üssü'ne götürülmesi ve orada alıkonulması olayını planladığı anlatıldı.
"DURUMU CUMHURBAŞKANIMIZA ARZ ETTİM"
Darbe girişiminin başarısız olmasının ardından kurtarılan Fatih Kasırga'nın yaşadıkları ile ilgili verdiği ifade iddianamede yer aldı. İfadesinde darbe girişimini, saat 22.00 sıralarında dostlarıyla birlikte yemekteyken, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Engin Dinç'in aramasıyla öğrendiğini söyleyen Fatih Kasırga, "Hemen neler olduğunu anlamak için önce Ankara Valisini telefonla aradım. Gerekli bilgileri aldım. Vali Bey'de İstihbarat Daire Başkanının verdiği bilgileri teyit etti. Hemen sonra Sayın Cumhurbaşkanımızın yanında bulunan Koruma Müdürü Muhsin Köse'yi aradım. Kendisine teyakkuz halinde olmalarını, bulundukları yerdeki mahalli birimlerden destek almalarını, Cumhurbaşkanımızın etrafındaki güvenlik önlemini üç çember haline getirmelerini söyleyerek gerekli talimatları verdim. Ardından Cumhurbaşkanlığı Koruma Müdürü Ramazan Bal ile telefon görüşmesi yaptım. Aynı şeyleri onunla da paylaştım. Kendisi Külliye'de görevinin başındaydı. Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanı Albay Kutsi Barış'ı iki ya da üç kez kendi cep telefonumdan aradım, ulaşamadım. Cep telefonu çalıyordu ancak cevap vermiyordu, dolayısıyla ulaşamadım. Sonra bu toparladığım bilgileri telefonla arayarak Sayın Cumhurbaşkanımıza arz ettim. Durumun vehametini anlatmaya çalıştım. Sayın Cumhurbaşkanımıza yemek için bir araya geldiğimiz ofiste yanımda Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kenan İpek'in bulunduğunu, burayı karargah gibi kullanarak Ankara Valisi, Emniyet İstihbarat Daire Başkanı, Emniyet Genel Müdürü ve gerektiğinde diğer ilgili arkadaşları çağırıp burada çalışmayı düşündüğümüzü bildirdim. Kendileri bana doğru düşündüğümü ancak belirttiğim kişilerle birlikte Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ne gelerek faaliyetleri oradan yürütmem şeklinde talimat verdi" diye konuştu.
Haberin videosunu izlemek için tıklayın
"EŞİM ARADI KORKTUKLARINI SÖYLEDİ"
Fatih Kasırga, o sırada uçakların alçak uçuş yaptığını ve eşinin kendisini arayarak konutta olduklarını ve korktuklarını söylediğini bunun üzerine eşini alması için bir araç gönderdiğini belirtti. Kasırga bu sırada telefon görüşmeleri yaptığını ve zamanın epey geçtiğini belirterek, "Bulunduğumuz yerden Kenan Bey'le birlikte Külliye'ye gitmek üzere dışarı çıktık, onun resmi aracıyla Külliye'ye doğru seyir halindeydik. Eşim beni tekrar cep telefonumdan aradı. Telefonda ağlamaklı sesle 'gönderdiğin aracı nizamiyeden içeri almamışlar. Ben burada yalınızım korkuyorum' dedi. Araçta Kenan Bey, ben, şoför ve koruma vardı. Arkamızda da bir başka koruma aracı bizi takip ediyordu. Kenan Bey'e 'zaten yolumuzun üzeri konuta uğrayalım, eşimi alalım, hep beraber Külliyeye geçelim' dedim. Bu şekilde Köşke doğru devam ettik" diye ifadesine devam etti.
"SİZİN GÜVENLİĞİNİZ İÇİN BÖYLE HAREKET EDİYORUZ DEDİ"
Nizamiyeye geldiğimizde kapılar kapalı ve önünde silahlı askerleri görünce araçtan sinirlenerek indiğini anlatan Kasırga şunları söyledi: "Askerlere kızarak derhal kapıyı açın, kendi evime mi beni koymuyorsunuz diye bağırdım. Orada bulunan üsteğmen 'Efendim emir var, giriş çıkışlar yasak' dedi, Ben bu cevap karşısında 'başlarım sizin emrinize, beni evime mi bırakmayacaksınız, kim verdi bu emri' diye yine bağırdım. Bunun üzerine biraz evvel bahsettiğim yaya geçiş kapısını açtılar. Benim bu sert çıkışımın fayda verdiğini anlayınca oradaki askerlere 'derhal araç kapısını da açın' dedim. O kapıyı da açtılar. O sırada üsteğmen cep telefonuyla muhtemelen bağlı bulunduğu üst rütbeliyle konuşuyordu. Telefondaki kişiye 'komutanım' diye hitap ediyordu, ona 'Genel sekreterimiz geldi içeri girmek istiyor' diye soruyordu. Bunu duyup görünce ona 'ver bakayım şu telefonu kimmiş komutanın' dedim, telefonu elinden aldım. Telefondaki kişiye kendisini tanıtmaya fırsat vermeden 'kim bu emri verdi, bu nasıl şerefsizliktir, böyle bir emri kim verebilir, neler yapıyorsunuz, çıldırdınız mı?' gibi şu an aklıma gelmeyen birçok söz söyledim. Telefondaki şahıs gayet kibardı ancak konuşma tarzından ben onun numara yaptığını anlıyordum. Bana telefonda gayet kibar bir şekilde 'efendim size yönelik herhangi bir şey yok, tam tersine sizin güvenliğiniz için böyle hareket ediyoruz, hemen gelip size bilgi arz edeceğim, lütfen ayrılmayın' dedi."
"VURUN O ZAMAN BENİ"
Kasırga bir müddet sonra bir minibüsün gelerek araçlarının önüne hızla park ettiğini belirterek derdest edildiği anları şöyle anlattı: "İçinden 10-12 civarında silahlı teçhizatlı askerler aşağıya indiler. Ellerindeki silahlarla lojmana dönerek dizildiler, yolu kapattılar. İçlerinden ismini sonradan öğrendiğim Haydar adlı Binbaşı sol elinde telsiz, ya da cep telefonu olduğu halde yanında tam teçhizatlı ağır silahlar taşıyan iki iri yarı, muhtemel rütbeli şahısla birlikte, biri sağında birisi solunda bize doğru yaklaştı. Bunu gören korumalardan birisi 'siz ne yapıyorsunuz, genel sekreterimi tanımadınız mı?' gibi bir şeyler söyleyerek hamle yapmaya çalıştı. Şahıs bunu görünce bağırarak, kendi göğsüne yumruğuyla vurarak, ben tek başıma buraya gelmişim, anlamıyor musun, görmüyor musun?' gibi laflar söyledi. Haydar isimli şahıs koruma polisini iterek bize döndü, bağırarak 'yat yat yere yat' dedi. Bu manzara karşısında ben çok sinirlenmiştim. Onlara hitaben 'ulan sen kimi yere yatırıyorsun, sen kimsin, ben Genel Sekreterim, senin amirinim, bu şekilde davranamazsın' gibi sözlerle karşılık verdim. Bunun üzerine Haydar isimli Binbaşı "biz ihtilal yaptık, artık bundan sonra bizim emirlerimiz geçerli, yeter sizin yaptıklarınız' dedi. Ben de 'vurun o zaman beni' dedim. Hemen ardından herkesin kısa bir an sessizliğinden sonra Haydar Binbaşı'nın yanındaki iri yarı iki asker bana doğru yaklaşıp kollarımdan tuttular ve minibüse doğru beni zorla götürdüler. O sırada yanıma gelmiş olan eşimi de zorla benden ayırdılar. Askerler benim koluma girdikten sonra aralarında bir bağrışma şeklinde 'ambulans gelsin' şeklinde laflar geçiyordu, o sırada nereden geldi bilmiyorum bir ambulans gelip minibüsün yanında durdu, beni askerler zorla ambulansın arkasına bindirdiler."
"CUMHURBAŞKANIMIZ DAHA SONRA AÇIK KALAN TELEFONDAN ASKERLERİN BANA SÖYLEDİĞİ SÖZLERİ DUYDUĞUNU SÖYLEDİ"
Nizamiyede tartışma sırasında durumu izah etmek için Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı aradığını anlatan Kasırga, "Ona bir taraftan telefonda 'daha önce verdiğim bilgiler doğru, durum çok vahim' dedim. Telefon elimde ve açıkken askerler bana doğru hamle yaptılar. Ben kimle konuştuğumu anlamasınlar diye telefonu aşağıya doğru indirdim, saklayıp hemen aşağıda bakmadan parmağımla kapatmaya çalıştım. Fakat kapatamamışım ki olaylar bittikten sonra Sayın Cumhurbaşkanı ile görüşmemizde açık kalan telefondan olanları kısmen dinlediğini, askerlerin beni yere yatırmak için söyledikleri sözleri duyduğunu, hatta konuşmaların bir kısmını da Bakan Berat Bey'in telefonu alarak dinlediğini, onun da duyduğunu da söylemişti. O anda telefonu elimden askerler aldılar" dedi.
"AĞZIMI ZORLA KAPATMAYA ÇALIŞTILAR"
Kasırga ambulansa bindirildikten sonra yaşadıklarını şu şekilde anlattı: "Ambulans şoförü ile görmediğim bir kişi ön tarafa oturmuştu. Arkada benimle birlikte silahlı teçhizattı üç asker vardı. Beni sırt üstü ambulanstaki sedyeye yatırmaya çalışıyorlardı, ben direniyordum. Kararlı davransalardı beni sedyeye zorla yatırırlardı. Ancak ben direndiğim için sedyede oturma pozisyonunda kaldım. O arada araç hareket etti, oturma pozisyonuna göre aracın nereye doğru gittiğini görmek için kafamı diğer taraflara çevirirken beni, 'kafanı çevirme' diye uyarıyorlardı. Ayrıca o arada flaster bant benzeri bir malzemeyle ağzımı bantlayıp kapatmaya çatışıyorlardı, ancak ben yine direnerek ağzımı kapatmalarına izin vermedim. Yapıştırmaya çalıştıkları bandı da her defasında söküp çıkardım. Ambulansta bulunduğumuz zaman zarfında ellerimi, ayaklarımı herhangi bir şekilde bağlamadılar, bana yönelik hakaret tehdit içeren söz söylemediler. Bana herhangi bir şekilde darp cebir uygulamadılar."
"DÜŞMAN ASKERİNİN ELİNDE ESİR KALSAM BANA BÖYLE DAVRANIRLAR MIYDI DİYE DÜŞÜNDÜM"
Götürüldüğü yerin Akıncılar Üssü olduğunu sonradan öğrendiğini ve 16 Temmuz günü saat 16.30'a kadar orada kaldığını belirterek, "Orada bulunduğum süre zarfında bana kaba davranışları ve belirttiğim taleplerimi yerine getirmemeleri haricinde herhangi bir olumsuz tavırları olmadı, herhangi bir şekilde hakaret, tehdide ve işkenceye maruz kalmadım. Ailemle görüşme taleplerimi birkaç kez iletmeme rağmen kabul etmediler, sabah olmasına rağmen kahvaltı ya da yemek benzeri de herhangi bir şey vermediler. Öğleye doğru saat 13.30 sıralarında yemek vermelerini istedim, olumsuz cevap alınca 'kendi paramızla alalım' dedim. Orada öyle bir imkanda bulunmadığını bana bildirdiler. Hemen sonra ellerim bağlı vaziyette bir gazoz ve yavan vaziyette bir çeyrek ekmek getirdiler. Bu muamele karşısında 'o gün düşman askerinin elinde esir kalsam acaba bana böyle davranırlar mıydı' diye düşündüm. Bir kez daha bu örgüt mensuplarının en kadim düşmanlarımızdan daha tehlikeli, daha ahlaksız, daha seviyesiz, ilkesiz ve acımasız olduklarını anladım. Saat 16.00 gibi seslerden bulunduğumuz yerdeki pistin bombalandığını anladım, çünkü bulunduğum yerde yataklar dahi sallanıyordu. Aradan yarım saat geçtikten sonra dışarıdan burada bu odada kim var gibi sesler geliyordu. Tam teçhizatlı, silahlı, muhtemelen biri albay, diğeri yarbay iki rütbeli subay içeriye girdi, 'Fahri Bey siz misiniz' diye sordu, ben 'evet' deyince ellerim ve ayaklarımdaki plastik kelepçeleri kesip çıkardılar, gözlerimi de açtılar. 'Artık bitti, gidiyoruz' gibi şeyler söylediler" diye ifadesini tamamladı.
DHA