Partili Cumhurbaşkanı Atatürk ile başladı
Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet’in ilanının arefesinde, bir gece sohbet sırasında bir soru üstüne, “Hem Cumhurbaşkanı, hem de Halk Fırkası Genel Başkanı” olacağını açıkladı. Yani, “Partili Cumhurbaşkanı” olacaktı. Aynı sohbette, bir siyasi krizde Meclis’in feshedilmesi yetkisinin kimde olacağı konusunda görüş ayrılıkları ortaya çıkınca Atatürk aynen şöyle dedi: Millete müracaat eder, referandum yaparız!
- Gündem
- Giriş Tarihi: 23.06.2016 | 00:00
- Güncelleme Tarihi: 23.06.2016 | 08:12
Kurtuluş Savaşı'ndaki ve Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki atmosferi ne zaman yeniden koklamak ihtiyacı duysam, hemen kaynak kitaplarıma başvururum. Başucu kitaplarım da diyebileceğim bu kaynakların başında elbette Mustafa Kemal Atatürk'ün "Nutuk"u gelir. Atatürk bu muazzam yapıtını Halk Fırkası'nın (Cumhuriyet Halk Partisi'nin ilk adı) 15-20 Ekim 1927 tarihlerinde düzenlenen İkinci Kurultay'ında 6 günde ve 36.5 saatte okumuştu. 430 sayfalık "Nutuk", belgeleriyle birlikte 900 sayfayı aşar.
İkinci kaynağımı Şevket Süreyya Aydemir'in Atatürk'ü anlattığı "Tek Adam" ve İsmet İnönü'ye ayırdığı "İkinci Adam" biyografileri oluşturur (Not: İkisi de üç cilt). Sonra Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun "Ankara" adlı romanını karıştırırım. Ardından Kemal Tahir'in yapıtlarına uzanırım: "Esir Şehrin İnsanları", "Esir Şehrin Mahpusu", "Yol Ayrımı", "Kurt Kanunu", "Yorgun Savaşçı"...
Ve nihayet sona sakladığım Falih Rıfkı Atay'ın "Çankaya"sını elime alırım...
Burada geniş bir parantez açayım.
(Falih Rıfkı Atay askerliğini Birinci Dünya Savaşı yıllarında Cemal Paşa'nın özel kalem müdürü olarak yaptı. Onunla birlikte Filistin cephesine gitti. O yılların izlenimlerini, gözlemlerini, anılarını ve acılarını "Zeytindağı"nda anlatır. Zeytindağı, Kudüs'e hâkim, kutsal kabul edilen bir tepe. Hazreti İsa'nın son vaazını verdiği, İsa'yı çarmıha gerdiren Sanhedrin, yani Musevi ulema kurulu üyelerinin mezarlarının olduğu yer. Aynı zamanda Osmanlı'nın Filistin'deki son "Mevki-i müstahkem"i. Atay'ın "Zeytindağı"nı okuyun derim. Okuduysanız, şimdi bir daha okumanızı salık veririm.
Bir uyarı: "Zeytindağı"nı okurken, gözlerinizden yaşların süzülmesini engelleyemeyeceksiniz. O gözyaşları elbette kayayı delen su damlaları gibi yüreğinize işleyecek. Ama aynı zamanda o gözyaşlarının her bir tanesi koca bir ansiklopedi gibi belleğinizin en derin kıvrımlarında yuvalanacak.
Ve günümüzdeki Kudüs sorununun nereden geldiğini, nereye gidebileceğini çok daha iyi kavrayacaksınız. Parantezi kapatma zamanı geldi.)
Atatürk'ten sonra Çankaya Köşkü'ne çıkan İsmet İnönü de şeklen değilse bile fiilen CHP Genel Başkanlığı'nı korudu. Zaten 14 Mayıs 1950 seçimlerini kaybettikten sonra ilk kurultayda yeniden CHP Genel Başkanlığı'na seçildi, böylece Ana Muhalefet Partisi Lideri oldu.
İnönü'nün yerine Cumhurbaşkanı olan Celal Bayar da 27 Mayıs 1960 ihtilaliyle devrilinceye kadar hep Demokrat Parti ambleminin süslediği bastonla dolaştı. Yani, İnönü ve Bayar da "Partili Cumhurbaşkanları" idi. Sonra Cemal Gürsel, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk, Kenan Evren'in "Partisiz Cumhurbaşkanı" olmalarının tek nedeni vardı: Hepsi askerdi. Siyasetten gelmiyorlardı.
Fiilen "Partili Cumhurbaşkanı"na Turgut Özal'la döndük. Onun ardından Süleyman Demirel tarafsız statülü ama yine de "Partili Cumhurbaşkanı"ydı.
Demirel'in halefi Ahmet Necdet Sezer'in partisizliği, siyasetin dışından, yargıdan gelmiş olmasındandı.
Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan siyasetten geldikleri için onları partisiz bir statüye hapsetmeye çalışmak en azından garip, tuhaf bir tablo oluşturuyor.
Haber ağızdan ağza yayılarak, Meclis'te herkes şüpheden kurtulacaktı. Acaba böyle bir havadisi ölüm haberi gibi bekleyenler harekete geçecek miydi?
Aramızdan biri sordu:
- Reis-i Cumhur olduktan sonra gene Halk Fırkası'nın reisi kalacak mısınız?
Gazi gülümseyerek 'Öyle...' dedi.
Reis-i Cumhurluk müddeti üzerine konuştuk. Onun fikrince Reis-i Cumhur, Büyük Millet Meclisi'nin de reisidir. Dört sene, yedi sene bahisleri geçti. Bir gayretkeş 'Kayd-ı hayat şartıyla da olabilir' dedi.
Gazi sert bir tavırla bunu reddetti.
Bir arkadaş fesih hakkı meselesini açtı:
- Gerçi şimdiki Meclis için düşünülecek bir şey yok. Sizin hükümetleriniz daima ekseriyet bulabilir. Fakat fırkalar çoğalınca hükümetsizlik tehlikeleri de baş gösterebilir. Buna ne çare düşünüyorsunuz?
- Millet Meclisi kendini feshedebilir.
Bu cevap emniyet verecek gibi değildi. Arkadaşların ortaya sürdüğü fikirler şöyle hulasa edilebilir:
Cumhuriyeti Fransa'daki şekli ile almak arzusunda olanlar, bu hakkı Reis-i Cumhur'a ve hükümete bırakmak teklifinde bulundular. Eski İttihatçı Sabri Bey, fesih hakkının Meşrutiyet devrinde iki defa kötüye kullanıldığını hatırlatarak, ihtiyatlı olmayı tavsiye etti.
Bir arkadaş, 'Acaba fesih hakkı şartlarını son derece kayıtlamak, mesela Reis-i Cumhur ve hükümetin, bu hakkı ancak fırkalar arasındaki nisbetsizlik anarşiye vardığı zaman kullanması daha doğru değil midir?' diye sordu.
Gazi cevap verdi:
- Millete müracaat eder, referandum yaparız!
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, "Referandum yaparız" önerisini ortaya atıyor.
Bir başka deyişle, referandumdan söz eden ilk siyasetçi oluyor.
Dikkatinizi çekerim; Cumhuriyet'in ilanından sonra hem Cumhurbaşkanı, hem de Halk Fırkası (CHP) Genel Başkanı görevlerini yürüteceğini, yani "Partili Cumhurbaşkanı" olacağını üstüne basa basa vurgulayan Atatürk, referandumdan söz ediyor.
O günün koşulları? Halkının yüzde 90'ı okumayazma bilmeyen bir Türkiye...
Bugünün koşulları? Halkının yüzde 100'e yakını okuma-yazma bilen bir Türkiye...
Evet, niye tartışılmasın? Niye "Partili Cumhurbaşkanı" olmasın? Niye "Cumhurbaşkanı partili olsun mu, olmasın mı" diye halka gidilmesin?
Niye fiili sistemi anayasal temele oturtmak için halka "Başkanlık sistemini istiyor musunuz" diye sorulmasın?