'Maliki'nin politikalarından Irak Kürtleri de rahatsız'
Başbakanlık Dış Politika Başdanışmanı Dr. İbrahim Kalın A Haber Ankara Temsilcisi Murat Akgün’ün sorularını yanıtladı…
- Gündem
- Giriş Tarihi: 10.05.2012 | 00:00
- Güncelleme Tarihi: 11.05.2012 | 12:42
Biz de Irak Merkezi Hükümeti ile ilişkilerimizin bozulmasını asla arzu etmeyiz. Burada Tarık Haşimi'nin durumu ile ilgili bir ilke pozisyonu koyduk ortaya biz baştan beri. Bu bir sonuç Irak'ta yaşanan ve giderek derinleşen siyasi krizin sonuçlarından bir tanesi bu Tarık Haşimi ile ilgili yaşanan durum. Kendisi ile ilgili bir tutuklama kararı çıkarıldı. Türkiye'ye geldi daha sonra katar ve Suudi Arabistan'a da gitti. Bir süredir de Erbil'de yaşıyor biliyorsunuz. Ama bu kriz sadece sayın Haşimi ile ilgili bir kriz değil. Diğer siyasi aktörlerle ilgili de benzer krizler yaşandı. Bunun bir sonucu olarak ortaya çıktı. 2009'dan beri devam eden ve derinleşen bu kriz aslında Maliki Hükümeti'ni de içeride iyice sıkıştırmış durumda. Sadece Haşimi ile ilgili olarak değil. Mesela Kürtler rahatsız, Kürt gruplar ve partiler Maliki'nin izlediği politikalardan rahatsız. Uzunca bir süre El - Irakiye grubu meclisi ve hükümeti de boykot etti boykot etti. Süreçlere katılmadı, meclise gitmedi. Meclis başkanı bundan rahatsız, Sünniler rahatsız, diğer Şii gruplar rahatsız. Bu kadar siyasi krizin derinleştiği ve yayıldığı bir dönemde maliki hükümetinin çıkıp Haşimi bağlamında Türkiye ile ilişkilerimiz iyi olsun demesi kendi başına bir şey ifade etmiyor. Onu bir sonuç olarak görmek lazım. Biz de bir kişi ya da kişiler ve ya başka konular üzerinden Irakla ilişkilerimizin hiçbir şekilde bozulmasını istemeyiz. Ama orada içeride giderek çatlama noktasına gelen bu siyasi krizi de görmemiz gerekiyor. çıplak bir gözle de bunu analiz etmemiz gerekiyor.
Maliki bu tavrını daha ne kadar sürdürebilir?
Bu Irak siyasi gruplarının partilerinin meclisinin vereceği bir karardır. Onu nasıl yönetirler, bu süreç nereye doğru evrilir onu bilemem. O kendilerinin vereceği bir karardır bir ulusal mutabakat siyasetine şiddetle ihtiyaç var bugün Irakta. Bu henüz sağlanmış değil. 2009 seçimlerinden sonra hatırlarsanız aslında El - Irakiye grubu seçimi iki sandalye farkla kazanmıştı. Fakat daha sonra bir takıp hesapları pazarlıklar görüşmeler yapıldı. Neticede başbakanlığı, hükümeti kurma görevini Maliki'ye verilmesi uygun bulundu. O şartlar içerisinde bu gerçekleşti. Ama bu yapılırken El - Irakiye grubu ve meclise giren Diğer siyasi gruplarla maliki hükümeti yani merkezi hükümet arasında bir güç paylaşımı anlaşması yapıldı. Belli bakanlıklar, belli koalisyon ortaklarına verilecekti meclisle hükümet arasında ilikli kuracak bir ayrı birim oluşturulacaktı Allavi bunun başına geçecekti. Bir türlü çıkartılamayan karbonhidrat yasası, Irak petrolünün nasıl satılacağı ile ilgili kanunun hazırlanmasında bütün grupların sürece katılacağı gibi 3-4 tane Ana başlığı içeren bir ulussal mutabakat anlaşması yapılmıştı. Fakat çok kısa bir süre içerisinde malikinin bu anlaşmanın hiçbir maddesini uygulamadığı göründü. Ne güvenlik güçlerini devretti, ne bahsettiğimiz meclisle hükümet arasındaki konsey kuruldu ve işletildi. Diğer siyasi aktörler baskı altında bırakıldı v.s. Bunun sonucunda ortaya ulusal mutabakat siyasetini ortadan kaldıran bir tablo zuhur etti. Diğer siyasi aktörlerin bu yaşananlardan rahatsız olmasının da objektif bir temeli var. bunlar durup dururken Irak içerinde bir kargaşa peşinde değiller. Bu doğal olarak Türkiye ırak siyasetinin belki son 30 yıldır en işlek trafik noktalarından biri olduğu için bu geliyor. İnsanlar unutuyorlar bunu. Zaman zaman Haşimi'nin burada ne işi var diyenler oluyor. 80'li ve 90'lı yıllarda Irakta Saddam rejimi devam ederken, Kürtlere yönelik baskılar en şiddetli noktadayken o zaman Kürt liderler nerede geziyorlardı? Ankara'da İstanbul'da geziyorlardı. Türk pasaportu ile geziyorlardı. O zaman rahmetli Özal'ın çok vizyoner bakış açısı ve siyasi liderliği ile onlara kol kanat gerilmişti. 2003'den Irak'ın işgalinden sonra Irak siyasi aktörleri Ankara trafiğini hep devam ettirdiler. Haşimi'nin gelmesi çok olağanüstü, çok beklenmedik bir şey değil.
Haşimi, Maliki iktidardan ayrılıncaya kadar İstanbul'da mı kalacak?
Zannetmiyorum. Şu anda bir takım sağlık gerekçeleri ile İstanbul'da bulunuyor. Bu bülten meselesi iki günlük bir hadise. Sanıyorum onlar da şaşırdılar. Böyle bir şeyin Interpol tarafından çıkartılmasına Ama burada Interpol'ün kırmızı bülteni illa tutuklama kararı değildir. Hukuki olarak da onu birbirinden ayırmak lazım. Şu anda sayın Haşimi'nin bir itiraz süresi var 21 günlük. O süreci başlattılar zaten. Daha önce de Irak'ta kendisi ile ilgili böyle bir tutuklama kararı çıktığı zaman da o itirazları etmişti Irak'ta.
Sağlık durumu düzelse bile Haşimi sizce Irak'a dönebilir mi?
Irak'a döner ama Bağdat'a gider mi ondan emin değilim. Bir güvenliği yok. iki çıkartılacağı mahkeme ile ilgili haklı olarak onun zihninde de çok ciddi şüpheler var. bir anlamda artık hükmünü kararını vermiş bir mahkemeye çıkartılacak. O da öyle düşünüyor. Bile bile niye lades diyeyim diyor haklı olarak. Irak'a dönse bile muhtemelen yine dağa önce yaptığı gibi Erbil'de ikamet edecektir diye düşünüyorum.
Ali Debbağ dün A Haber'e yaptığı açıklamada "biz PKK'lıların yerini bilmiyoruz üstelik Türkiye'nin polisi de değiliz." Diyor. Ne dersiniz?
Bu ikisini aynı kefeye koymak çok yanlış olur. Zannediyorum sayın Debbağ da o manada bir şey söylememiş. Bizim Irak'taki PKK varlığı ile ilgili sürdürdüğümüz mücadele yeni bir şey değil. Bu 10-20 yıldır devam eden bir mücadele. Dönem dönem burada bizim somut netice aldığımız girişimler oldu. Dönem dönem bu iş uykuya yatırıldı, Irak tarafından kaynaklanan çeşitli sebeplerle. Ama son dönemde özellikle PKK varlığının somut olarak bulunduğu kuzey bölgede, Kürt bölgesinde Kürdistan bölgesel yönetiminde, Sayın Barzani'nin çok daha yapıcı bir yaklaşımı oldu. Hem burada yaptığı açıklamalar hem de döndükten sonra yaptığı açıklamalar. İki açıdan çok önemliydi. Bir PKK'ya net biçimde silah bırakması çağrısında bulundu. Artık bundan sonra Türkiye'de veya dünyanın herhangi bir yerinde Kürtlerin haklarını silahla savunamazsınız. Bunun yolu müzakerededir demokratik mücadeledir. Türkiye de bununla ilgili 30 yıldır atılmayan adımları attı. Ama karşılığında ne gördük. Daha fazla operasyon daha fazla silah, daha fazla saldırı bunları gördük. Dil meselesinden siyasi katılıma kadar mecliste temsilden yerel zeminde propaganda yapılmasına kadar. Her alanda İnanılmaz imkanlar sağlandı, bölgenin ekonomik şartları daha iyileştirildi. Şu anda daha da iyiye gidiliyor. 2009'da 2010'da özellikle açılım sürecinde Türkiye'de çok iyi bir noktaya gelinmişti bu meselenin müzakere yoluyla çözülmesi demokratik sistem içinde çözülmesi ile ilgili. Ama PKK bunların hiçbirisine olumlu cevap vermedi. PKK adeta şunu söylüyor. Biz dağdan inin ovada siyaset yapın diyoruz ya, biz dağdan inelim ama ovada siyaset yaparken silah da belimizde kalmaya devam etsin. Böyle bir şey dünyanın hiçbir rejiminde demokrasisinde ülkesinde böyle bir şey olmaz. Dağ taktiklerini şiddet ve baskı politikalarını ben ovada da uygulamaya devam edeyim böyle bir şey olmaz.
PKK konusu Neçirvan Barzani'nin gelecek hafta Ankara'ya yapması planlanan ziyaretinde de gündeme gelecektir. Bu ziyaret sırasında terör örgütü konusundaki mesajların bir hamle daha ileri gitmesini bekliyor musunuz?
Biz hem Bağdat hem de Erbil'deki yöneticilerle yaptığımız tüm görüşmelerde bu konuyu onlarla düzenli olarak konuşuyoruz. Kuzey Irak'ta PKK varlığı, hareketliliği örgütü, hücreleri vs. bu müzakereler neticesinde kontrol altına alınmış durumda, yakın dönemde öyle çok ciddi saldırılar falan da olmadı. Kuzey Irak'tan da bize yönelik kapsalı bir şey olmadı. Bütün bu görüşmelerin müzakerelerin atılan adımların bir neticesi olarak görülmeli. Ama burada özellikle Irak yönetiminin PKK konusundaki bizim hassasiyetimizi daha net bir biçimde görmesi açısından son dönemdeki trafik bizim açımızdan da onların açısından da çok verimli oldu. Bağdat da bu görüyor artık. Ama fiilen kontrol kuzeyde olduğu için ve PKK'nın varlığı da orada olduğu için. Basra'da ya da Bağdat'ta değiller. Erbil, Dohuk, Kandil o bölgedeler. Oranın da kontrolü KRG de olduğu için doğrudan muhatap onlar tabi. Hatta biz Bağdat'la görüştüğümüz zaman da onlar diyor ki bunun doğrudan muhatabı Erbil'dir. Bu hassasiyeti kavrama, anlamak ve gerekli adımları atmak noktasında çok iyi bir noktaya gelindi. Sayın Barzani'nin silah bırakılması yönünde yaptığı açıklamalar olsun, Kuzey Irak'ın ve ırak topraklarının Türkiye'ye saldırı amaçlı kullanılmasına izin veremeyeceklerini ifade etmesi çok önemli. Zaten gerekli adımlar da atıldığı için burada neticesini de son bir iki ayda gördük.
Kerkük için Irak'ta merkezi otorite – Kürt yönetimi çatışması olabilir mi? Kerkük Irak'taki bir savaşın fitilleyicisi olabilir mi?
2003'de Amerika'nın Irak'ı işgali sırasında da Kerkük en hassa noktalardan bir tanesi idi. O zaman Erbil yönetiminin çok sert açıklamaları vardı. Kerkük mutlaka Kürt bölgesine katılacak, başka bir alternatif kabul etmeyiz diye. Hatta biliyorsunuz anayasaya bile bununla ilgili bir madde konulmuştu. Bir referanduma gidilecek. Kerkük'ün statüsü nihai olarak Kerküklülerin belirleyeceği karar göre verilecek. Bunlar o zaman da söylenmişti. Bizim için de sıkıntılı bir dönemdi, bizden daha önemlisi ırak için sıkıntılı bir dönemdi. Çünkü federal yapının nasıl işleyeceğine dair net bir tablo yokken ortada, Kerkük gibi hem hassas, sembolik manada, siyasi manada hem petrol zenginliği itibariyle hem de nüfus kompozisyonu itibariyle çok hassa bir yeri kalkıp bir bölgeye bağlamaya çalışmak faydadan çok zarar getirecektir. Biz bunu o zaman çok net bir biçimde ifade ettik. Dönem dönem Kürt yönetimiyle bu yüzden çok gerildiğimiz de oldu. Şu anda geldiğimiz nokta itibariyle baktığınızda aslında iyi bir noktadayız. Benim görebildiğim Irak'ın çok büyük bir kesiminde Kerkük'ün ya bu haliyle kalması ya da özel bir yönetimle Bağdat'a bağlanması konusunda bir konsensüs oluşmuş durumda. Kerkük'te yaşayan Kürtlerin de yönetime iştirakiyle ki şu anda zaten öyle bir ara formülün bulunması ve Kerkük'ün bu manada siyasi çatışma ve gerginlik unsuru olmaktan çıkartılması. Bu giderek daha fazla kabul görmeye başladı. 2006 2007'deki genel hava ile kıyasladığımızda bugün çok daha farklı bir noktadayız. Bu konsensüs Irak içerisinde de oluşmuş dudumda. Çünkü 2004-2005'te Irak içinde Bağdat'ta bile bu konuda çok net bir fikir yoktu. Kürtlerin bir tazyiki vardı Biz alacağız Kürt bölgesine ilhak edeceğiz diye bir tazyiki vardı ama onun dışında Sünnilerin Şiilerin veya Kerküklülerin sesleri çok net çıkmıyordu. Ama şimdi daha makul bir noktaya gelinmiş dudumda. Kerkük'ü Kürt bölgesine bağlamaya kalkmak şu anda oradaki halkın iradesine ters bir şekilde büyük bir yara açacaktır. Bunu artık herkes çok net biçimde görüyor.
Suriye'de şiddet durmuyor. Türkiye'nin tek taraflı olarak atacağı tek taraflı bir adım var mı?
Suriye bu kadar komplike karmaşık mesele ilen hiçbir ülkenin tek başına adım atması bir çözüm üretmez. Zaman zaman bize böyle şeyler atfediliyor. Biz de ısrarla böyle bir şey yok diyoruz. Tampon bölge diyorlar, güvenlik koridoru diyorlar, bir askeri müdahale hazırlığı mı var diyorlar, başbakan genel kurmay başkanı ile üç saat görüştü, bunları mı konuştu gibi bir sürü senaryo yazılıyor. Bunların hiçbirisinin gerçekle bir ilgisi yok. İki sebepten dolayı. Birincisi; biz baştan beri ifade ettik. Uluslararası toplulukla beraber hareket edeceğiz diye. Nasıl şu 14 ay boyunca uluslararası toplulukla beraber hareket ettiysek, Arap Ligi, İslam İşbirliği Teşkilatı ve BM Güvenlik Konseyi ile bundan sonra da buna devam edeceğiz. İkinci olarak da Suriye meselesinde hiçbir tarafın tek taraflı adım atması çözüm üretmeyecektir. Tek taraflı adımı Türkiye'nin attığı bir senaryo düşünün ne değiştirecek sahada hiçbir şey. Tek taraflı olarak Suudi Arabistan ya da Katar'ın veya İran'ın ve ya Amerika'nın veya NATO'nun. Böyle bir şey söz konusu değil. Kesinlikle şu aşamada NATO'nun bir müdahalesi de tek başına bir çözüm değil. Şu anda yürüyen bir süreç var. Anan planı ağır aksak da olsa uygulanacak, ya da uygulanmaya çalışılıyor. Bunun neticelerine bakılıyor. Ben bu ay sonu itibariyle daha net bir tablo çıkacağı kanaatindeyim, Annan Planı'nın geleceği ile ilgili olarak. Şimdi gözlemciler gönderiliyor, 50'ye çıktı sayısı ay sonuna kadar bunun 300'e çıkması planlanıyor. Bize sorarsanız 300 de yetmez tabi. Suriye gibi kocaman bir ülkede. Bu sayının artması gerekiyor. Sayın Annan'ın bile dile getirdiği şüpheler var. Kendi planını savunurken bile zorlanıyor sayın Annan. Her gün bir sürü ihlaller yapılıyor, 6 tane madde koyduk önüne rejimin. Basit maddeler, Basit adımlar. Ama bunlar bile yerine getirilmiyor. Annan planının başarılı olması biz gereken desteği verdik vermeye de devam ediyoruz ama realiteyi de görmek lazım. Rejim bunu bir oyalamaya taktiğine dönüştürmeye çalışıyor. Daha fazla zaman kazanmaya çalışıyor. Ne olur bundan sonra? Annan planı tüm uluslararası topluluk tarafından hayır artık yürümüyor biz bu planı geri çekiyoruz derse o noktaya gelinirse o zaman BM güvenlik konseyine tekrar gidilecek, uluslararası topluluğun orada çok daha net güçlü bir tavır alması gerekecek. Şu ana kadar BM güvenlik konseyinde Süreci tıkayan Rusya oldu. Çin biraz Rusya'nın yolunda gitti ama pozisyon alıp bunu sonuna kadar savunan Rusya'ydı. Rusya'da "Tek taraflı yanaşmayalım bir şans daha verelim, rejim gerekli adımları atacak. Bize de bir takım teminatlar verdi" diyordu. Annan planı başarısız olursa Rusya'nın elinde hiçbir argüman kalmayacak. Bütün bunlar yaşandıktan sonra Rusya hala gelip rejime bir şans daha verin demesinin çok bir anlamı kalmayacak.
Ay sonu kritik bir dönem olacak Suriye için.
Bir deadline anlamında demiyorum ama gözlemcilerin sayısının artırılması anlamında Sanki Annan planı bu süre içerisinde daha net biçimde test edilecek. Ve süreç böyle giderse benim gördüğüm bu planlın işlemediği bizzat BM tarafından kabul edilecek. Dediğim gibi biz şu anda Annan Planına destek vermeye devam ediyoruz. Ben şahsi olarak da kendi adıma da rejimin bu planı samimi bir şekilde uygulamak gibi bir niyetinin olduğu kanaatinde değilim.