Başbakan Yardımcısı'ndan Hiddink açıklaması
"Hiddink'i beğeniyor musunuz?" sorusu üzerine de Arınç, "Hayır, beğendiğimi söyleyemem" dedi.
- Gündem
- Giriş Tarihi: 14.10.2011 | 00:00
- Güncelleme Tarihi: 14.10.2011 | 09:52
Arınç, Kanal D'de yayımlanan ''32. Gün'' programında Mehmet Ali Birand'ın konuğu oldu. Türkiye'nin, 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası play-off turunda Hırvatistan ile eşleşmesinin hatırlatılması üzerine Arınç, Milli Takımın maçlarını, yazılan eleştiri ve yorumları da takip ettiğini söyledi. Arınç, ''Milli Takımımız çok iyi oynamıyor. Son play off'a kalmasında da Burak'ın golü kadar Almanlar'ın Belçika'yı yenmesi etkili oldu. Ama öylesine bir başarı olarak görüldü ki neredeyse şampiyon olduk gibi...'' diye konuştu.
''Hiddink'i beğeniyor musunuz?'' sorusu üzerine de Arınç, ''Hayır, beğendiğimi söyleyemem. Söyleyemem doğrusu. Kariyeri çok başarılı bir insan ama... Daha iyisinin olabileceğine inanıyorum. Teknik direktörden midir, futbolcuların ahenksizliğinden midir, stil veya takım oyunu kuramamak mıdır...'' karşılığını verdi.
Hırvatistan'ın çok güçlü bir ekip olduğunu dile getiren Arınç, ''En azından takım oyunları var, kurdukları bir sistem var. o sistem içinde oynuyorlar. Kazanabiliriz de'' yorumunu yaptı. Arınç, Milli Takım'ın bu maçtaki şansını yüzde 50 oranında gördüğünü belirterek, başarılı olmak için iyi bir takım oyununun kurulması gerektiğini söyledi.
-''Biz onların sağlığına katkı sağlıyoruz''
Başbakan Yardımcısı Arınç, Mehmet Ali Birand'ın ''Öldük zamlardan öldük. Bugün kafamı kaldırdım, üst üste, telefonu, içkisi, sigarası, arabası... Ne yapıyorsunuz, mecbur musunuz bu kadar zam yapmaya? Ne yapacağız biz?'' demesi üzerine, ''74 milyonu tek tek ilgilendiren bir konu değil. Zam yapılan sektörlere, üretimlere diyelim, bunlar belki sizin gibi Türkiye'de birkaç kişiyi ilgilendiriyor'' karşılığını verdi.
Türkiye'de iyi bir ekonomi yönetiminin olduğunu, Türkiye'nin dünyada ekonomik açıdan örnek gösterildiğini dile getiren Arınç, ''Dolayısıyla bu yapılanlarda bir hikmet mutlaka aranmalıdır, gerekli olduğu için yapılmıştır. Bunlar, toplumun fakir kesimlerini ilgilendiren sektörler değil'' dedi.
Birand'ın sigaraya da zam yapıldığını anımsatması üzerine Arınç, ''Ama sigara öldürür. Zaten paketinin üzerinde, 'sigara içmeyiniz' diye yazıyor. Yani biz aslında onların sağlığına biraz daha katkı sağlıyoruz'' diye konuştu. Cep telefonunun Türkiye'deki yaygın kullanımına da işaret eden Bülent Arınç, şunları söyledi:
''Düşünün Türkiye gibi bir ülkede haddinden fazla cep telefonu var. Bu bir çağdaş iletişim aracı. Cep telefonundan nasıl konuşulacağını da bilmeniz lazım. Cebinde parası olmadığını iddia eden insanların arka ceplerinde her birinde cep telefonu var. Emzik gibi bir buna, bir öbürüne konuşuyor. Bu, çağdaş bir ihtiyacı gidermek değil bence. Bu belki ters orantılı bir iş. Dolayısıyla araçlar açısından da cep telefonu açısından da izah edilebilir yönü var. Zannediyorum bütçe dengeleri bakımından olması gerekiyordu. Şüphesiz savunacak bir tarafımız var. Zam hoş bir şey değil, şirin bir şey değil, savunacak bir şey de değil. Ama gerekli olduğu için yapıldı.''
-''Terörle mücadelemiz söz konusu''-
Arınç, terör örgütü yöneticilerinden Murat Karayılan'ın geçen Ağustos ayında İran tarafından yakalandığı ve daha sonra bırakıldığına ilişkin iddianın anımsatılması üzerine de, Çanakkale'de Valilik ziyaretinde de bu konunun kendisine sorulduğunu ifade etti.
''Benim bildiğim şu, Murat Karayılan denen bir kişi var, terör örgütünün başında bulunanlardan bir tanesi. Bildiğimiz kadarıyla Kandil'de örgütü komuta ediyor. PKK ile ilişkisi var. Ayrıca, KCK'nın da başkanı olduğu söyleniyor, bizim, sizin, bilebildiğimiz bu'' diyen Arınç, ancak Ağustos ayı başında Karayılan'ın İran'da yakalandığı yönünde bir haberin geldiğini ve bunu da TRT'nin duyurduğunu anımsattı.
Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:
''İkinci gün Anadolu Ajansımız bir haber yaptı. Anadolu Ajansı'nın haberi teyitli bir haberdi. İranlı bir yetkili ki dikkate alınması gereken bir insan, 'PKK'nın iki numarası elimizde' diye bir konuşma yaptı, adının da Murat olduğu söylendi. Bu, TRT'nin haberini teyit eden bir gelişme oldu. Ajans, bunun arkasında durdu. Fakat o kişi ya 1 gün ya da 2 gün sonra 'Hayır bu Murat başka Murat' demeye getirdi. Şimdi bunda bizim suçumuz yok. Birincisinde böyle bir haber almıştık, teyit edilmedi diye döndü. İkinci Anadolu Ajansı'nın haberi, fakat onun teyitli bir şahsı var. O diyor ki 'İki numara Murat'ı yakaladık'... Bu Murat Aslan mı, Murat Kaçar mı, Murat Karayılan mı? Soyadı belli değil ama tariflere uyuyor. Bir numara Öcalan ise iki numara Karayılan'dır diye kamuoyunda bir bilgi var. Şimdi bunun da arkası gelmedi, haber kaynağımız 'ben onu kastetmek istememiştim' dedi. Arkasından bize soruldu. 'Bir gri alanın içerisindeyiz, bu konu daha sonraları net olarak ortaya çıkabilir' dedim. Bunu da şuna dayandırdım, o günlerde Karayılan, 'hayır ben yakalanmadım' diye güya iddia ediyor, Roj TV'ye çıkacağını ve canlı açıklama yapacağını duyuruyor. Bir gün yok, iki gün yok, üç gün, beş gün yok, altı gün yok, geçtiğimiz günlere kadar Karayılan ortada yok. Açıklama yapmayınca şüphelerimiz arttı. Acaba haberler gerçek miydi diye düşünüyoruz. Daha sonra, çıktı, 'ben yakalanmadım, birileri bunu umut ediyor' diye bir beyanda bulundu.''
Yeni Şafak gazetesinde ''Karayılan aslında yakalandı, ama İranlılar'la pazarlık yapıldı ve bu şekilde tekrar bırakıldı'' şeklinde bir haberin çıktığını ifade eden Arınç, ''Ama birinci haberi ben önemsiyorum, Yeni Şafak'ta Abdülkadir Selvi arkadaşımızın zaman, mekan ve bir senaryo olarak ortaya koyduğu haberi okudum. Bana sordular, 'daha sonra ortaya çıkar, şu anda resmi bir bilgimiz yok' dedim. Ama bu sözüm alt yazı olarak geçmeye başlayınca, arkadaşlarım beni uyardı, 'ben bunu teyit eden bir cümle söylemedim' diye de bir açıklama yapmadım. Bu konuyu rastgele bir başka bakanımıza sorunca biri 'teyit edilmeyen açıklamalara önem vermeyin' dedi. Öbürü 'vakti gelince açıklarız' dedi'' şeklinde konuştu.
Gazetecilerin farklı haber kaynaklarının olduğunu, bunları yazabileceklerini dile getiren Bülent Arınç, şunları kaydetti:
''Ancak İran'la yapılan temaslar, Sayın Dışişleri Bakanımızın onların Dışişleri Bakanıyla, MİT Müsteşarımızın onların müsteşarı veya benzer kurumlarıyla bunu doğrulayacak bir bilgiye biz ulaşamadık. Yakalandı, şu şekilde serbest bırakıldı, şuraya gitti, şurada kaldı, böyle bir bilgiye resmi olarak sahip değiliz. Önemli olan Türkiye tarafından bu kişinin elde edilmesi, bugünü ve geçmişi için yargılanabilmesidir. İran'ın bunu elde edip Türkiye'ye karşı veya Suriye kozunun içinde bir aktör olarak kullanmak istemesine karşı bizim resmi bir bilgimiz yok. Dolayısıyla, bu yazıları insanlar farklı şekilde doğrulayabilir, farklı şekilde yalanlayabilir. İran, 'bende böyle bir insan yok' diyor. Bize ulaşan yani resmi kanallarımız sorduğu zaman 'hayır bunların hiçbirisi doğru değil' diyor. Ama unutmayalım ki PKK'nın İran'daki kolu PJAK şu anda diz çöktü ve İran'dan çekildi. Şimdi senaryonun içine bunu da koyduğunuz zaman sizin gibi araştırmacı gazeteciler yeni bir imkan olarak bakabilecekler. Ben de yazdıklarınızı merakla okuyacağım.''
İran'ın esnek politikalar izlediğini dile getiren Arınç, ''İran komşu bir ülkemiz ve terörle mücadelede de şu ana kadar işbirliğimiz söz konusu'' şeklinde konuştu.
Uluslararası işbirliği olmasaydı terörle mücadelede başarının sağlanamayacağını vurgulayan Arınç, ''Şimdi İran'ı bu şekilde eleştiren haberlere benim bir başbakan yardımcısı olarak bakışım şöyle olmalı, biz şu anda İran ile terör örgütünün eylemlerine karşı işbirliği yapıyoruz, dostluk ilişkilerimiz iyi ve İran'dan gereken desteği de buluyoruz. Bunun içinde Karayılan, bu haberler ne kadar yer işgal edebilir'' dedi.
''Çok şeyi bir araya getirdiğiniz zaman, Puzzle'ları birleştirdiğiniz zaman septik olmak için çok sebep var'' diyen Arınç, ''Düşünün ki bir devlet adamı sorumluluğu şunu da gerektirir, eğer İran bu yazılanlar gibi hareket ettiyse dahi bunu Türkiye'nin söylemesi ve açıklaması doğru olmaz. Görmezden gelmek daha doğru olur, ilişkilerin devam etmesi lazım. Kaldı ki biz inanıyoruz ki bize yapılan açıklamalar samimidir ve doğrudur, İran ile işbirliğimiz devam edecektir. Bu kanaatimiz bugüne kadar bozulmamıştır'' şeklinde konuştu.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay'a yönelik iddialarıyla ilgili, ''Elinde ne kadar kalın dosya sallarsa sallasın, üzerine ne kadar büyük harflerle köstebek veya yolsuzluk diye yazarsa yazsın, bunların içinin boş olduğunu ben aynen yakın gördüm ve biliyorum'' dedi.
Birand'ın, Kılıçdaroğlu'nun Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay'a yönelik iddialarını hatırlatarak, konuya nasıl baktığını sorması üzerine Arınç, bir kaç açıdan meseleye bakmak gerektiğini söyledi.
Kılıçdaroğlu açısından bakıldığında, bu ortaya atılan iddiaları ciddiyetsiz gördüğünü belirten Arınç, şöyle konuştu:
''Elinde ne kadar kalın dosya sallarsa sallasın, üzerine ne kadar büyük harflerle köstebek veya yolsuzluk diye yazarsa yazsın bunların içinin boş olduğunu ben aynen yakın gördüm ve biliyorum. Aynen yakın, bizzat görmek ve yaşamak anlamına gelir. Eleştiri babında söylüyorum, yoksa bir genel başkana bunu söylememem gerekir. İsminin 'Çarkçı Kemale' çıktığını doğrulayabilecek çok ciddiyetsiz işlerle bugüne kadar meşgul oldu. O yolsuzluklarla mücadele eden bir kişi olarak kendini takdim ediyor ama adeta elinde çekiç olan herkesi de çivi gibi gören bir anlayışla yola çıkıyor. Kendisinin dışında herkes yolsuzluk yapmaktadır ve o da yolsuzlukların peşinde bir hafiye gibi durmaktadır. Zaten kamuoyundaki onu genel başkan yapmaya götüren yola bu taşları böyle döşemiştir. Ama inanın, hem televizyonda karşı karşıya yaptığı mücadeleler sırasında, hem de elinde gösterdiği dosya veya klasörlerle bugüne kadar doğruluğu, haklılığı kanıtlanmış bir iddiası yok. O yüzden tecrübemle sabittir ki Sayın Atalay'la, bakanımızla ilgili olarak ve üstelik çok sevimsiz bir şekilde ismini köstebek koymak suretiyle onu aşağılayan, ona hakareti amaçlayan bir yafta yapıştırmasını ben doğru bulmuyorum.''
Arınç, Deniz Feneri konusunun yeni olmadığını dile getirerek, bu meseleye bakış açısını defalarca söylediğini kaydetti.
Deniz Feneri'nin Türkiye'deki faaliyetlerine eşiyle birlikte katıldığını belirten Arınç, ''Bu derneğe güvendim, bütün faaliyetlerine maddi destek sağladım. İmkanlarımla fakirlere, yoksullara ben de ulaşmaya çalıştım'' dedi.
-''Yanlışları varsa beni yaralar''-
''İnanıyorum ki Türkiye'deki faaliyetleri temizdir ve beyazdır'' diyen Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Eğer yanlışları varsa bu beni yaralar. Çünkü ben onlara güvendim, benim gibi binlerce insanı da yaralar. Çünkü onlar da onlara güven duyarak onların faaliyetlerine katıldılar. Dolayısıyla Almanya'dan buraya doğru hareket eden bir çizgide bir yargılama süreci varsa bize düşen bu yargılama sürecinin sonucunu beklemektir. Çünkü insanlar yanlış yapabilir, suç işleyebilir hata yapabilir. Peşinen, 'bunlar çok iyi insanlardır, kesinlikle böyle bir şeyler yapmaz, ben onlara kefilim' noktasında değilim. Neden? Kendime saygımı kabul ederim ve onu kaybetmek istemem. Çünkü, bir yerde bombalamayı 2 tane astsubayın yaptığı ortaya çıktığında Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, 'bunlar iyi çocuklardır, onları iyi tanırım' demişti. Şimdi ben onu eleştiren bir insan olarak 'bunlar da iyi çocuklardır yapmaz öyle şeyler' dersem Büyükanıt'la aynı noktaya gelmiş olurum. Ben buna hayatımda gelmedim. Onlar doğrudur diye inanıyorum, çok iyi hizmetler yaptılar diye inanıyorum. Ama Almanya dosyası ve Almanya'dan Türkiye'ye nakledilen haberlerin burada bir yargılama süreci başlattığını biliyorsam... Sonunu bir görelim. Acaba ne olacak?''
Arınç, bu konunun üçüncü bir boyutu olduğunu da dile getirerek, Deniz Feneri davasında sanık durumunda olanlardan, Mustafa Çelik, Zekeriya Karaman, Zahid Akman gibi bazı isimleri tanıdığını söyledi.
Arınç, şöyle konuştu:
''Bunlarla iyi ilişkilerimiz oldu, aynı yolda yürüdük. Kanal 7 olsun, diğer çalışmalarında olsun... Her zaman dostluğumuz arkadaşlığımız oldu. Ama ben onların her gün ne yaptıklarını bilmiyorum. Hangi ilişkiler içerisinde olduklarını bilmiyorum. İyi insanlar olarak bir arada bulunduk. Dindar insanlar, vicdanlı insanlar olarak onları tanıdım. Ama bugün içerdeler, sorgulamaları yapıldı, davaları açılacak. Benim gönlüm diyor ki inşallah en kısa zamanda çıkarlar ve en kısa zamanda bundan aklanırlar.''
Beşir Atalay'ın 1971'den beri arkadaşı olduğunu anlatan Arınç, hukuk fakültesini birlikte okuduklarını, askerliğini Kırıkkale'de yaparken de, akademisyenlik döneminde de beraber olduklarını söyledi.
Arınç, Atalay'ın evlendiği aileyi dahi tanıdığını ifade ederek, onun vicdanlı, ahlaklı, kendilerinden dahi kuralcı, hukuka çok bağlı olduğunu bildiğini bildirdi.
-''(Köstebek) lafı Kılıçdaroğlu'nun alnına yapışır''-
Kılıçdaroğlu'nun iddialarının ciddi olabilmesi için Beşir Atalay'ın kendisinin o kişilere telefon açıp, iddia edildiği gibi ''takibat var, arama var, kendinize çeki düzen verin'' demesi gerektiğini anlatan Arınç, Atalay'ın birine talimat verip ''onları uyar'' diyerek telefon ettirebileceğini ama böyle bir şeyin de olmadığını söyledi.
Arınç, ''Bütün bunların hiçbirisi ispat edilmediği zaman bu köstebek lafı Beşir Atalay'a da zaten tutmaz, ama Kılıçdaroğlu'nun alnına yapışır. Neden? Çünkü, soruşturmanın gizliliği esastır. Bu gizli olan soruşturmadan bir bölümünü alıp da orada filan kişinin, filan kişiye telefon ettiğini telefon dinleme kayıtlarından tespit etmişlerse, ama içeriği işlerine gelmediği halde sadece bu telefon görüşmelerini vererek nasıl olur da İçişleri Bakanı'nın makamından Kırıkkale Belediye Başkanı'na telefon edilir diyorsa bu fos çıkar. Bunun arkasından hiçbir şey olmaz. Sayın Kılıçdaroğlu bugüne kadarki tüm iddiaları nasıl yanlış çıktıysa, bu da onlardan bir tanesi olur'' diye konuştu.
Birand'ın, telefon görüşmeleriyle ilgili iddiaları hatırlatması üzerine, Arınç, Meclis başkanıyken, kendi bölgesi olduğu korumalarının içinde, bürokratlarının arasında Manisa'lıların olduğunu söyledi.
Başir Atalay'ın da yanında bulunanlardan Kırıkkaleli olabileceğini, Kırıkkale ile ilgili bir telefon görüşmesi yapılmış olabileceğini anlatan Arınç, Atalay'ın kendisinin de Kırıkkale'nin seçim bölgesi olduğunu, Kırıkkale Belediye Başkanı'nı 40 yıldır tanıdığını ve kendisinin de aramış olabileceğini söylediğini vurguladı. Arınç, önemli olanın telefon görüşmesinde ne söylendiği olduğunu belirterek, bu ortaya konulmadıkça Kılıçdaroğlu'nun yaptıklarının netice vermeyecek bir şey olduğunu dile getirdi.
-''Çok üzüldü arkadaşımız''-
Beşir Atalay'ın çok üzüldüğünü anlatan Arınç, şunları kaydetti:
''Çok üzüldü arkadaşımız. Böyle haksız bir suçlamayla karşı karşıya kalması ve hele her konuda titiz çalışan bir arkadaşımızın hiç ummadığı bir şekilde çok çirkin bir yakıştırmayla takdim edilmesi onu fevkalade üzdü. Eğer Kılıçdaroğlu'nun elinde bu telefon kayıtları bir yeri yönlendirmek, bir yere haber vermek, bir yeri ikaz etmek ve özellikle Deniz Feneri ile bağlantılı bir konuya nisar ediyorsa lütfen bu akşam, bu sabah bunu açıklasın. Olabilir ki Sayın Atalay böyle bir yanlışın içine de düşmüştür veya onun adına birisi böyle bir şey de yapmıştır ama şüpheli bırakmayın. Şüpheli bırakırsanız siz bunu siyaseten kullanırsınız ama olan o kişiye olur, size de olur sonucunda. Siz güvenilmez bir insan olursuzunuz. O arkadaşımız da peşinen suçlanmış bir insan olarak kalır.''
Arınç, ''Deniz Feneri davası size genel olarak rahatsızlık veriyor mu?'' sorusuna ise, ''Veriyor tabi vermez mi. Veriyor. Umarım biran önce bu yargı süreci bitecektir ve her şey ortaya çıkar, umarım yine de... Sonunda herkes ne olduğunu açıkca görmeli'' yanıtını verdi.
Birand'ın, HSYK'nın davayla ilgili bazı savcıları görevden almasıyla ilgili, ''El koruyormuş hissi bıraktı'' şeklindeki değerlendirmesi üzerine Arınç, HSYK'nın rutin işlerden biri olduğunu söyledi.
Arınç, ''Ergenekon'' soruşturması kapsamında tutuklu bulunan Mehmet Haberal'ın, tutukluluğa itirazını reddeden hakimlerin tazminata mahkum olduklarını dile getirerek, ''Hakimlerin tazminata mahkum edildiği bir Türkiye'de savcıların kanun dışı işlemleri var, bunlar sebebiyle herhangi bir tedbir uygulanmışsa bunu çok görmemek lazım'' dedi.
HSYK'nın, AB İlerleme Raporunda da olduğu gibi tabanı genişleyen, çeşitlendirilen ve hükümetin siyasi tasarruflarını tamamen dışarıda bırakan bir gelişme olarak görüldüğünü belirterek, savcıların görevden alınmasının Deniz Feneri davasına mahsus görülmemesini istedi. Arınç, her davanın savcısı, hakimi hakkında bir şikayet olursa bakılması gerektiğini anlattı.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, AB'ye sonunda tam üye olunacağını vurgulayarak, ''Buna inanıyorum. Ama ne gün diye uykusuz kalmaya gerek yok. Şu anda daha rahatız. Onlar ne istiyorlarsa yapsınlar, biz yolumuzdan ısrarla ve kararla gideceğiz'' dedi.
AB İlerleme Raporu'nu nasıl bulduklarının sorulması üzerine Arınç, raporda her zamanki gibi eleştiriler ve tebrikler bulunduğunu söyledi. Arınç, ''Bize düşen görevimizi iyi yapmak. Ev ödevimizi iyi yapmak. AB'nin hukuk, demokrasi, ekonomik kriterlerini en iyi şekilde Türkiye'de uygulayabilmek'' diye konuştu.
Birand'ın, ''AB'den uzaklaşıyoruz'' demesi üzerine Arınç, ''Bence şimdi daha rahatız. Eskiden çok endişeliydik'' karşılığını verdi.
Arınç, ''AB'ye gerek yok'' düşüncesinin hiçbir zaman içinde olmadığını vurgulayarak, AB hedefine doğru emin, kararlı adımlarla gidildiğini kaydetti.
AB'nin hataları sebebiyle Türkiye'deki desteğin yüzde 70'lerden 40'lara kadar düştüğünü belirten Arınç, o zamanlar da destek düştükçe endişe ettiklerini, yükseldikçe sevindiklerini anlattı.
Arınç, bütün olan bitenlere normal gözle bakmaya başladığını, hükümetin de böyle baktığını dile getirerek, Türkiye'nin tam üyeliğine itiraz edenlere kızdıklarını ama AB'ye üye olan pek çok ülkenin Fransa'nın engeliyle karşılaştığını, AB kapısından döndüklerini aktardı. Arınç, ''Biz sonunda tam üye olacağız. Buna inanıyorum. Ama ne gün diye uykusuz kalmaya gerek yok. Şu anda daha rahatız. Onlar ne istiyorlarsa yapsınlar biz yolumuzdan ısrarla ve kararla gideceğiz'' dedi.
Birand'ın, ''Zamanında siz AB'ye çok karşı olan bir insandınız'' açıklaması üzerine Arınç, ''Vatana ihanet diyordum. O gözle baktım. Anayasal suç dedik. Benim 70'li, 80'li yıllarda, belki 90'lı yılların başında kanaatim buydu'' diye konuştu.
''Hala ihtiyacı var mı, Türkiye'nin AB'ye?'' sorusuna da Arınç, ''Yani yüzde yüz ihtiyacı olduğunu söyleyemem. Çünkü önemli olan onların standartlarına ulaşmak. İfade özgürlüğü bakımından, kişi hak ve özgürlükleri bakımından, hukukun üstünlüğü bakımından, seçilenlerin, seçilmeyenlerin, sivil asker ilişkilerinin geldiği nokta bakımından... Biz bunların yüzde 90'ına ulaştık bugün. Bunun sıkıntısını çekmiyoruz. Evet, zahmetli oldu, zor oldu, ızdıraplı oldu, darbeli oldu, postmodernli oldu. Ama bugün geldiğimiz nokta AB'yi hedeflerken ortaya koyduğumuz standartların pek çoğuna ulaştık. Şimdi daha rahatız. Yoksa 95, 96'larda Gümrük Birliğine girdiğimiz zaman da eleştirdiğimiz bir kurumdu. Şimdi ekonomimizin geldiği noktaya bakıyorum ki çok büyük yanlışlık yapılmamış. Dolayısıyla rahatız. Şimdi onlar düşünsün.'' yanıtını verdi.
-Mecliste pantolon giyilmesi konusu-
''Pantolon giyen kadını tahrik edici bulur musunuz siz?'' şeklindeki soru üzerine Arınç, ''Hayır bulmam'' dedi.
Arınç, kadın milletvekillerinin TBMM'de pantolon giymesine yönelik tüzük değişikliği teklifinin geri çekilmesiyle ilgili soruya karşılık, Mecliste kıyafet konusunun iç tüzükte yazılı olduğunu, Merve Kavakçı milletvekili seçilip yemin etmek için parlamentoya girdiğinde, gösterilen tepkinin ardından bu tüzüğün tartışıldığını söyledi.
Arınç, 56. maddede ''başörtüsüyle girmek'' diye bir yasak olmadığını, hukukta yasakların açıkça belirtildiğini anlattı.
Sonuçta 56. maddenin ortadan kalktığını ama başörtüsünün kaldığını ifade eden Arınç, başörtüsünün bugün mesele olmaktan çıktığını dile getirdi.
Mecliste Meral Akşener ve Güldal Mumcu'nun Meclis Başkanvekili olduğunu anlatan Arınç, tüzükte ''Başkan, beyaz kelebek kravat ve siyah yelek üstüne siyah yelek giyecek'' ibaresi bulunduğunu, burada erkek ya da kadın ayrımı yapılmadığını bildirdi.
Arınç, Meclis Başkanvekilliği yapmış olan Nermin Neftçi'nin bu kıyafeti giydiğini belirterek, Akşener ve Mumcu'nun bu kıyafeti giymeyeceklerini söylediklerinde kendisinin de bunu desteklediğini kaydetti.
Kamuda görev yapan kadın memurlar için yönetmelik değişikliği yapıldığını ve etek giymeme mecburiyetinin kaldırıldığını belirten Arınç, pantolon giyebildiklerini söyledi.
Pantolon giyilmesi konusunda teklifi AK Partili milletvekillerinin verdiğini dile getiren Arınç, diğer partilerin de güzel olacağı düşüncesiyle komisyondan bir günde çıkarıldığını anlattı.
Arınç, kendi zamanında bu değişikliği yapmak istediğini vurgulayarak, ama CHP'lilerin başörtüsünü getirmek istediği düşüncesiyle kendine çıkıştığını aktardı.
-''Kalplerini yarıp bakamam''-
Bülent Arınç, sözlerini şöyle tamamladı:
''Şimdi CHP'lilerin de başörtüsü ısrarından vazgeçmesi çok olumlu bir gelişme. Ama bu pantolon meselesini bir arkadaşımızın protez bacağına indirgemek çok çirkin, kendisi de bunu kabul etmez.
Ona bakarak bunu merhamet açısından getiriyoruz şeklinde bir algılama önce o arkadaşımıza hakaret olur. Bu bayanların bireysel tercihleri olan bir kıyafet, onu bu amaçla getiriyoruz demeleri lazım. Bunu anlaşarak getirmişler, ancak BDP'liler önerge veriyorlarmış.
O önergede, erkekler için kravat takma mecburiyetini kaldıran hem milletvekilleri hem de Mecliste çalışan bayan memurelere başörtüsü serbestisi getiren bir teklifle bunu karşılayacaklarmış. Komisyonda yapmamışlar, Genel Kurul'a getirecekler. Kalplerini yarıp bakamam, ne amaçla getirdiklerini az çok tahmin ediyorum ama kesin bir şey söylemem de doğru değil. Bu arkadaşlarımızın böyle bir meselesi yoktu.
Şimdi söylenen şudur. Anayasa'da alt yapısı olmadıkça, Anayasa mahkemesinin eski kararları ortada durdukça yeni anayasada özgürlük alanlarını genişleten bir uygulamayı bizzat anayasanın içine koymadıkça böyle bir hüküm yanlış anlaşılır. Anayasa Mahkemesine giderse iptal edilebilir, tartışma konusu olur. 485 milletvekilinin katıldığı 411'inin evet oyu verdiği bu uygulamayı Anayasa Mahkemesi 4 sene evvel iptal etti. Bu ona benzer bir düzenleme halini alırsa Türkiye'de yeni bir tartışmaya yol açar. Önce anayasada özgürlük alanını genişletelim. Olduğu kadar genişletebilelim ki Anayasa Mahkemesine de yorum yapma imkanı verelim.
İkincisi aynen başörtüsünde olduğu gibi pantolon giymede de bir yasak yok. Şu anda Meclis Başkanı Sayın Çiçek bir yayın yapsa, 'isteyen bayan milletvekillerimiz pantolan giyebilirler'. Bu iç tüzüğe aykırı olmaz. Ben olsam yapardım. 'Giyebilirsiniz arkadaşlar, iç tüzüğümüz bunu yasaklamıyor' derdim. Belki dememiz lazım. Artık bu yorumları daha özgürlükçü bir anlayışla yapmamız lazım. Onu komisyona çekelim, komisyon yeni anayasa çalışmalarını da dikkate alarak bunu yeni düzenleme olarak getirsin.''
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ''Krizleri bitirmesi lazım yeni bir anayasanın. Alevi-Sünni, Türk-Kürt, gerici-ilerici, yobaz-laik çatışması artık bundan sonra olmasın. Geldiğimiz nokta bu ve bunlar hala devam edecekse, etnik milliyetçiliğe ağırlık verecek, vurgu yapacaksak, bir takım dogmatik şeyleri her gün okuyacak veya söyleyeceksek bu yeni anayasa yapmış olmak değil. Bizim artık 2011'den sonrası için örnek, güzel, özgürlükçü bir anayasa yapmamız lazım'' dedi.
Birand'ın, ''Yeni anayasada Meclis'e türbanlı kadın milletvekili de girebilmeli, orada çalışan da türban veya pantolon istediği gibi giyinmeli yani kamusal alanın mümkün olduğu kadar özgürlükçü açılması söz konusu'', sözleri üzerine Arınç, kendisinin özlediği yeni anayasada bunların hiçbirini yazmaya gerek olmadığını belirtti.
Arınç, ''Temel hak ve özgürlükler türban yazarak, pantolon yazarak gelişmez. Anayasa'da bunun çerçevesini çizeceğiz ve artık özgürlükçü bir anlayışla bu maddenin yorumunu yapacağız. Türkiye olarak bu noktaya geldiğimize inanıyorum'' diye konuştu.
''Artık, okullara da, şuraya da buraya da türbanlı diye bir ayrım yapılmasın mı diyorsunuz?'' sorusu üzerine Arınç, kılık kıyafet kısıtlamasıyla eğitim ve öğretim özgürlüğünün kısıtlanmasına karşı olduğunu kaydetti.
Arınç, ''Bunu eğer bir madde halinde koyabilirsek, çünkü anayasalar ansiklopedi değil, aklına bir şey geldi hemen bakalım orada karşılığını bulalım, yemek tarifi yapmıyoruz. Anayasayı 50-60 maddeye indirmeliyiz ve herkesin kendisini içinde bulabileceği bir özellikle bunu hazırlamalıyız. Böyle pantolonu, sakalı, kravatı yazarsak çok gülünç oluruz. Biz Afrika ülkesi değiliz, Türkiye artık çağdaş bir ülke'' dedi.
-''Tartışma alanlarını yok edelim''-
''Artık türban tartışması yok olacak mı?'' şeklindeki soruya Arınç, ''Umarım, umarım. Öyle olmalı'' yanıtını verdi.
Birand'ın ''Eğitimde de olsun, kamusal alanda da olsun yani o kargaşa bitecek'' demesi üzerine Arınç, ''Bitsin, bitsin. O kargaşa bitsin. Tartışma alanlarını yok edelim. Türkiye'nin önünü tıkayan ne kadar boş iş varsa hepsini bir kenara atalım'' değerlendirmesinde bulundu.
''Siz türbanı dini simge olarak görmüyorsunuz'' sözleri üzerine Arınç, şunları kaydetti:
''Rahmetli Özal zamanında 'üniversitelerde dini inanç sebebiyle başörtüsünü kullanmak serbesttir' diye bir madde çıktı. SHP o zaman Anayasa Mahkemesine gitti. Anayasa Mahkemesi haklı olarak, 'Laik bir ülkede dini bir kuralı hukuk kuralı haline getiremezsiniz. Yani dini sebeplerle bir konuyu yasa kuralı haline getirip herkes için uygulanabilir bir hale koyamazsınız' dedi. Laikliği önceleyen bir anlayışla bunu iptal etti.
Bir veya iki sene sonra Özal, iptal edilenin yerine koymak üzere bir düzenleme yaptı. 'Yürürlükteki mevzuata aykırı olmamak kaydıyla kılık kıyafet serbesttir.' Bu da yine aynı kanunun ek maddesi. SHP yine boş durmadı, bugünün CHP'si gibi Anayasa Mahkemesine koştu gitti. Anayasa Mahkemesi bunu anayasaya, laikliğe aykırı görmedi. Bu madde halen duruyor.''
''Hiçbir engel yok diyorsunuz'' denilmesi üzerine Arınç, ''Şu anda yok ama yıllarca bu bir sıkıntı haline geldi. Özellikle 28 Şubat sürecinde'' diye konuştu.
''Artık bu bitiyor'' sözlerini ise Arınç, ''Bitti, dün Çanakkale Üniversitesindeydim, daha önce Bursa Uludağ, Celal Bayar, Erzurum'a gittim, Iğdır'a, Şırnak'a, Diyarbakır'a gideceğim. Hepsinin sokaklarında da bahçesinde de amfisinde de her yerinde başını örten genç kızlarımızla başını açan genç kızlarımız birbirlerini hiç yabancı görmeden kardeşçe okuyorlar ve birarada kalıyorlar'' şeklinde değerlendirdi.
''Meclis'e de girebilecekler'' söylemi üzerine Arınç, ''Yani o anlayış eğer Türkiye'de hepimizin paylaştığı bir nokta haline gelmişse biz bunu mutabakat diye okuyacağız. Oradan böyle bir sonuç çıkıyorsa, ben sadece bunu alkışlarım'' diye konuştu.
-Türkiye'nin önündeki en büyük tehlike-
Arınç, ''Kürtçe eğitim, böyle bir değişiklik sizi rahatsız eder mi?'' sorusunu şöyle yanıtladı:
''Şimdi yeni anayasa bağlamında soruya cevap verecek olursam, şöyle konuşayım. Diğer partilerin, 'AK Parti kendi düşüncelerini bize empoze etmesin, bize bir metinle gelmesin' endişeleri var. Niye bundan endişe duyarlar onu da anlamış değilim. Ama onlar kesinlikle her şeyi burada görüşelim, bir ön yargı olmadan meseleye bakalım diyorlarsa bunu kabul ediyoruz.
Şimdi benim anayasanın içeriği konusunda konuşmam birilerini rahatsız edebilir. Anadolu'da bir tabir var, 'geline oyna demişler, oynamam yerim dar demiş. Yer açmışlar, bu sefer de yenim dar demiş. Şimdi birileri oynamak istemeyebilir. Birileri bir bahane bulup bu işten vazgeçmek isteyebilir. Birileri çeşitli mazeretlerin arkasına sığınıp, kırmızı hatlar koymaya çalışabilir. Bütün bunları düşünerek hükümetin bir üyesi Anayasa'da şunların da olmasını istedi derse ben o 3 arkadaşımın görev ayanına müdahale etmiş olurum. Şahsi olarak ne arzu ettiğimi geçmişte söyledim.
Ben şuna inanıyorum, Türkiye'nin önündeki en büyük tehlikelerden biri etnik milliyetçiliktir. Etnik milliyetçiliği Türkçü ve Kürtçü olarak anlamak mümkün. Bugün örgüt, örgütün bağlantıları, onlara destek sağlayan kitle etnik milliyetçilikten besleniyor. Bu bir ülke için bence tehlike. Dolayısıyla etnik milliyetçiliği çağrıştıran hiçbir şeyin anayasada yer almasını istemiyorum. Bu bizi birbirimize daha çok bağlayacaktır.''
Anayasa'da herkesin kendini içinde bulabileceği ''bir cümleye'' ihtiyaç olduğunu dile getiren Arınç, şöyle devam etti:
''Cumhuriyetçi Türk yaratma, 1920'den sonraki anlayış, artık o paradigmanın bir kenarda kalması gerektiğini gösteriyor. Yeni bir paradigmaya ihtiyaç var. Paradigmanın iflası, yeni bir paradigma Türkiye'nin şu an için en önemli meselesi.
Her tartıştığımız konu ön kabullerimizi yıkıyor. Geçmişten bu yana şartlandığımız konular var. İlk duyduğumuzda tepki veriyoruz ama daha sonra bunlar karşımıza geldikçe, 'ne kadar da yanlış düşünmüşüz, aslında şöyle de olabilirmiş' veya 'böyle olsaydı keşke', şunlar karşımıza bu şekilde çıkmazdı.
Sayın Erbakan, Bingöl'de yıllarca önce yaptığı bir konuşmada her sabah çocukların okuduğu andı eleştirdi, koskoca başbakanlık yapmış bir insan 312. maddeden mahkum edildi cezası da kesinleşti. Hocayı alıp içeriye koymak için evine gittiler. Türkiye bunları yaşadı. Bugün bu eleştiriliyor.''
''Neden değiştirmiyorsunuz? İktidarsınız'' sözleri üzerine Arınç, ''Sayın Baykal'ın eskiden bir sözü vardı. 'Bizim sayısal ağırlığımızdan çok öte siyasal ağırlığımız var' demişti. Geçmişte belli çevrelerin Türkiye'de özgül ağırlıkları daha fazlaydı. Demokrasiye sivil yönetimlere, yürütmeyle ilgili konulara müdahale etmemesi gereken pek çok kurum hükümetin bütün icraatlarına engel olabiliyorlardı. Şimdi yeni yeni... Türkiye'deki özgürlük alanlarının gelişmesi Avrupa ülkelerinden daha geç olabiliyor. Biz 301. maddeyi bile 20 senede zor değiştirebildik. Bu Türkiye'nin özel şartları. Şimdi sizin söylediğinizin de tam zamanıdır'' değerlendirmesinde bulundu.
-Komutanların istifası-
Başbakan Yardımcısı Arınç, ''Komutanların istifasını duyduğunuz zaman endişe ettiniz mi?'' sorusunu, ''Hiçbir endişe olmadı, hiç şaşırmadım. İstifa değil emekliliklerini istediler. O bile çok nezaketli bir iş'' şeklinde yanıtladı.
Birand'ın ''Daha önce olsaydı ederdiniz herhalde'' demesi üzerine Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Şüphesiz, çok şükür Türkiye'de yaşayan, Türkiye'ye dışarıdan bakan, Türkiye ile ilgili her konuyu takip eden insanlar iyi bilir ki şu geldiğimiz nokta demokraside ulaştığımız çok iyi bir noktadır ve çok iyi bir şekilde akıp gitmiştir mesele.
Komutanlar da bu konuda hassasiyetlerini korumuşlardır, onlara da teşekkür etmek lazım. Türkiye'nin karışmasını veya bir şeylerin ters gitmesini isteselerdi, farklı bir şey söyler veya yaparlardı. Ama onlar da yaptıkları işin demokratik bir hareket olduğunun bilincindeler. Dolayısıyla Hükümeti zor durumda bırakmak gördüğüm kadarıyla hiç akıllarından geçmedi. O yüzden Sayın Koşaner'e de arkadaşlarına da teşekkür etmemiz lazım.
Kaldı ki Sayın Koşaner'in dinlemeye takılan konuşmaları ortalığa saçıldığında da doğrusu hiç şaşırmadım. Hayatının büyük bir kısmı hadiselerin tam ortasında geçmiş bir insan bunlara hayret etmez. Bu konuşmayı kendisi de kabullendi. O bile bir büyüklüktür. Şimdi biz onun konuştuklarını, söylediklerini iyice düşünmemiz, hem Türk Silahlı Kuvvetleri, hem ülkemizin güvenliği hem de bugüne kadar soruşturması veya davası takip eden pek çok olay konusunda bir de o konuşmaları önümüze getiren iyi bir sonuç çıkarmaya mecburuz.
Krizleri bitirmesi lazım yeni bir anayasanın. Alevi-Sünni, Türk-Kürt, gerici-ilerici, yobaz-laik çatışması artık bundan sonra olmasın. Geldiğimiz nokta bu ve bunlar hala devam edecekse, etnik milliyetçiliğe ağırlık verecek, vurgu yapacaksak, bir takım dogmatik şeyleri her gün okuyacak veya söyleyeceksek bu yeni anayasa yapmış olmak değil. Bizim artık 2011'den sonrası için örnek, güzel, özgürlükçü bir anayasa yapmamız lazım.''
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın, terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'ın ev hapsine alınması konusundaki açıklamasına ilişkin ''Ev hapsi, denetimli serbestlik, bunlar terör örgütünün siyasal talepleridir. Bu örgütün dediklerini dikkate almak büyük bir devlete ne kadar yakışır'' dedi.
Arınç, ''Kürtçe eğitimle'' ilgili soru üzerine, şunları kaydetti:
''Anayasanın ikinci, üçüncü maddelerinde konulan hüküm var. Bir de yine Anayasa'nın 42. maddesinde eğitimle ilgili konulan bir hüküm var. Şimdi herkesi kapsayabilecek ve bir medeniyet dili olarak yerel dilden farklı bir dili kabul etmemiz lazım. Şimdi ben 'Kürtçe yerel bir dildir' desem arkadaşlarımızın bir çoğunun bana isyan edeceğini biliyorum ama ne yapalım ki gerçek bu.
Medeniyet dili dediğimiz gibi, Arapça, Fransızca, Türkçe gibi yerine göre Farsça gibi... Bütün bunlarla yüzyıllardır eğitim yapılmış. Yüzyıllardır bu diller milyonlarca insanın birbirini anlamasını kolaylaştırmış. Çünkü bunların kelime hazinesi çok fazla. Bunlarla bilimin her alanında bir şeyler söylemek mümkün. Ben şimdi TRT'den sorumlu bir bakanım. Her gün elime alıyorum kumanda aletini TRT 6'da ne var diye dinliyorum. Ben de o bölgeyi bilen bir insanım. Kürt kardeşlerimle yıllardır birlikte yaşayan bir insanım, onları çok seven bir insanım. Emine Ayna'dan daha güzel İstanbul lehçesiyle konuşabilen bir milletvekili var mı?''
-Kürtçe Eğitim-
''Kürtçenin seçmeli ders olmasında ne sakınca var?'' sorusu üzerine Bülent Arınç, ''Seçmeli ders olabilir, onu tartışmıyorum. Ama eğitim dilinin, resmi dilin Türkçe'nin dışında bir dil olarak paylaşılması bence doğru değil'' dedi.
Birand'ın, ''Bir Kürt çocuğu, 'ben Kürtçe öğrenmek istiyorum' dediği takdirde, bizim buna hayır demememiz gerekir'' sözlerine karşılık, Arınç, ''Amenna, amenna. Bunun şu mahsuru olabilir, şimdi bizim üniversitelerimizde özellikle Mardin Artuklu Üniversitesinde bunun bütün bölümleri açıldı. Yüksek lisans ve lisans bölümleri de açıldı. O çok büyük bir devrimdir. O rektörü de, o bölümü açanları da kutluyorum. Türkiye'nin buna ihtiyacı vardı. Enstitüyü önce yaşayan diller olarak açtılar, şimdi Kürtçe olarak ayrıca bir bölüm açtılar.''
Bazı talepler ve isteklerin nerede duracağının belli olmadığını ifade eden Arınç, şöyle devam etti:
''Çünkü bu gerçek bir ihtiyaç olarak değil, talepler meseleyi siyasallaştırmak bunun üzerinden belki istismar yapmak üzere geliyor. Şunu söyleyeceğim, kursların açılması serbest bırakıldı. Herkes Kürtçe dil öğrenmek için kurs açabilir. Önce bunu istediler. 'Açın kardeşim' dedik, 6 ay sonra kapandı. 'Kimse gelmiyor' dediler. İkincisi, 'radyo televizyon kuracağız, Kürtçe yayın yapacağız' dediler. Önce bir saat radyo, 45 dakika televizyon izni verildi. Ben sorumlu Bakan olarak 2009'un Kasım ayında yönetmeliği değiştirdim, '24 saat yapın kardeşim' dedim. Bana geldi 18 tanesi, 'aman efendim biz 24 saat yayın yapamayız, biz sadece 3 saat yapabilirsek öpüp başımıza koyalım.' Kardeşim sen 3 saat yap, ben sana 24 saat veriyorum. Alt yazı mecburiyetini kaldırdık, haberlerin Türkçe okunması mecburiyetini kaldırdık. Kürtçe reklam alabilirsiniz dedik. Şimdi 1 saatten fazla yapamıyorlar. Ermenice dilde yayın yapan radyolar var. Hepsine izin verdik. Herkes ana dilde yayın yapabilir, RTÜK kayıtlarını alın bakın. Belki şu anda sayısı 25'i bulur. Biz veriyoruz ama talep, istek yok.''
''Dil başka bir şey, dil insanlık hakkı'' sözleri üzerine Arınç, ''Yani bunu koyduğunuz zaman akıbetini şimdiden görmek adına bunu söylüyorum. Kürtçeyi seçmeli ders olarak koyduk, onlar diyecek ki anadilde eğitim yapılsın'' diye konuştu.
-''İş bu kadar masum değil''
Birand'ın, ''Öcalan'ın tutukluluk halleri biraz rahat bırakılsın, ev hapsine dönüştürülsün. Hayat kurtaracaksa neden olmasın? Büyük devlet olmak bunu gerektirmez mi?'' sözleri üzerine, Arınç, ''Büyük devlet olmak demek terörün yaşamadığı bir ülke olmak demektir'' dedi.
Terörle mücadelenin de kendi içinde şartları olduğunu belirten Arınç, şöyle devam eti:
''Terörle mücadele sadece silah, mermi, uçaktan atılan bomba değildir. Bunun toplumsal boyutuna, siyasal boyutuna inanıyorum. Yıllarca bunun mücadelesini verdim. Ama iş bu kadar masum ve bu kadar romantik değil. Beyefendinin içerideki tutukluluk şartlarını biraz daha hafifletelim noktası idam kararını kaldırmakla başladı. Türkiye'de idam cezası vardı, 287 tane de fezleke bulunuyordu. Fezlekeler Meclis'e gelmek için bekliyordu. Meclis bu suça iştirak etmemek için hepsini komisyonda bekletiyordu. Üçlü koalisyon vardı, Apo yakalandı, idama mahkum edildi, idam cezasının kalkması gündeme geldi ve kalktı. Meclisimiz buna karar verdi.
Şimdi orada hüküm giydiği ceza, ağırlaştırılmış müebbet olduktan sonra ve cezaevi şartları da, yabancılar da gelip gidiyor onların da raporları var 'aleyhinde değildir' diye. Ev hapsi, denetimli serbestlik bunlar terör örgütünün siyasal talepleridir. Bu örgütün dediklerini dikkate almak büyük bir devlete ne kadar yakışır. Bu ne kadar olabilir. Siz annesinin karnındaki bir çocuğun dünyaya gelmesine engel olacaksınız, genç kızları 214 tane mermiyle öldüreceksiniz, 'bana bu hakkı vermiyorsunuz, ben de herkesi öldüreceğim' derse bir örgüt, buna nasıl sıcak bakarsınız. O kadar romantizmin içinde ki bazıları. Köşe yazılarını okuyorsunuz, hele asabi bir hanımefendi var neler neler yazıyor. Terör nedir bilir misin? Ağlayan insanlar nedir bilir misin? Karısının gözü önünde öldürülen İzmir'den gelmiş bir mühendisin acısını bilir misin? Türkiye'nin önündeki en büyük engel bu. Bütün bu köşe yazarları, gazeteciler, siyasetçiler şunu söyleyecek; 'ey örgüt, elindeki silahı bırak, eylem yapma.''
-''Teklif getiremediler''-
''Avrupa Birliği raporunda, özgürlükler, basın özgürlüğü, tutukluluk süreleri ve yargıyla ilgili sizin de dile getirdiğiniz eleştiriler var. Bu konuda adım atılıyor mu?'' sorusu üzerine Başbakan Yardımcısı Arınç, şöyle dedi:
''Bunu Sayın Kılıçdaroğlu'na bir sorun. Yemin etmediler, 'biz onlar olmadıkça ant içmeyiz' dediler. Peki çare... 'Biz size teklif getireceğiz' dediler. Hala bekliyoruz o teklifi. Teklifi getiremediler ama kendileri Meclise geldi ve yemin ettiler. Neden teklifi getiremediler? Çünkü o iki kişiye yönelik bir kanun çıkarmak mümkün değil. Bunlar milletvekili oldu çıksınlar veya bunlar milletvekili oldu artık saygın insanlardır, kaçma endişesi yok bunları çıkarsınlar. Yapamadılar çünkü, kanunlar herkes için genel hükümler içermesi gereken belgelerdir. Aynı durumdaki kişilerin hepsini içine alması gerekir. Şahsa özel kanun çıkarılmaz. Bunu CHP de kabul etmez biz de kabul etmeyiz. Dolayısıyla CHP bize böyle bir yasal düzenleme metni hazırlayıp getiremedi.
Sonunda kendileri ant içti. Bir tane Don Kişot'luk yapan kişi vardı. Onun da ant içtiğini biliyoruz. Milletvekilliğinden olmamak için kuzu kuzu geldi ant içti.
Tutukluluk sürelerini indiren bir yasa maddemiz var. Ama bu maddeden Hizbullahçılar da başkaları istifade etti bunlar yıl başında olan şeyler. Kıyamet koptu. 'Biz bunları bilmiyorduk' dedik. Yeni bir hazırlık var Adalet Bakanlığı daha derli toplu bir teklifle gelecek. Detaylarını söylemeyeceğim çünkü bu hepimizi rahatsız eden bir konu oldu. Muvazzaf askerler, emekliler tutuklanıyor, profesörler, bilim adamları tutuklanıyor, gazeteciler tutuklanıyorlar. Sorgu sırasını, savunma sırasının gelmesini bekliyorlar. Dosya kabarık olduğu için her biriyle bu işlemlerin yapılması lazım. Deliller toplanmış, adamı bıraksan kaçacak hali yok, şu yok, bu yok. O zaman da diyor ki 250. maddede sayılan suçları işleyenler mutlaka kaçacak sayılır. Bu, hakimlerin elini kolunu bağlıyor. Şimdi bütün bu yakınmaları dikkate alan herkesi memnun etmese bile en azından biraz daha hukukun yanına vicdanı ekleyecek bu düzenlemeyi Adalet Bakanlığımızın hazırladığını biliyorum. Bunu kamuoyuyla da paylaşacaktır. Ben milletvekillerinin tahliye edilmeleri gerektiğini söyledim, eleştirildim. Sabahat Tuncel'in tahliye olduğu bir Türkiye'de hayli hayli Haberal'ın, Engin Alan'ın bir başkasının mutlaka tahliye edilmesi gerekir diye düşünüyorum. Ama milletvekili seçilen tahliye edilir diye çok gülünç bir madde yazamayız, bu çok gülünç olur. Genel bir hüküm koymak zorundayız.''
-Medya Etiği-
Arınç, ''Teröre ilişkin haberlerin medyada nasıl kullanılması gerektiğine'' ilişkin değerlendirmesinin sorulması üzerine, şu görüşleri dile getirdi:
''Terör haberleri, cinayet haberleri insanları irite etmemeli, korkutmamalı, paniğe düşürmemeli. Bırakalım terörü, geçtiğimiz günlerde bir gazete çıplak ve ölmüş bir kadının sırtına saplanmış bıçakla fotoğrafı yayımlandı. Genel yayın yönetmeni, 'Bu çok doğrudur, haklıdır' demeye devam ediyor. Bu çok korkunç bir şey. Bu kadının yerine her kadın kendini koyabilir. Bu kadının o acı fotoğrafını herkes gördüğü zaman gözünü kapatmıştır. Mutlaka üzülmüştür. Ben buna inanıyorum. Bu bir gerçek olsa bile bunu teşhir etmenin insanların gözünün içine sokmanın, bir çıplak kadın vücuduna yarısına kadar saplanmış bıçağı göstermenin haberle ne ilgisi var. İnsani olmakla ne ilgisi var. İnsanda bundan sonra böyle bir şey olmayacak lanet olsun gibi bir duygu meydana getirmekle ne kadar doğru orantılı.
Medya etiği dediğimiz şey herhalde çıplak kadın vücuduna saplanmış bir bıçağı göstermek değildir. Ben böyle kabul ediyorum. Şimdi bunun yanında patlamış bir bomba, kolu bacağı kopmuş cesetler, haykıran, şaşkınlıkla oraya buraya kaçışan insanlar, en son Kumrular'da olan manzarayı söylüyorum. Elbette bu bir haberdir. Ama bu haberi biz insanlara veriyoruz. İnsanlar bunu izlediği zaman ne düşünecekler, 'bunu yapan örgüt ne kadar güçlüymüş. Ne kadar acımasızmış. Kumrular'da bunu yapan her sokakta bunu yapar. Bunlar sadece Kandil'de değilmiş Ankara'nın göbeğindeymiş. Demek ki hedef Başbakanlıkmış.'
Peki bu örgütün istediği propaganda imkanını onlara altın kase içerisinde sunmak değil midir? Gözü dönmüş bir örgüt, kim olmuş fark etmiyor. Kadın, çocuk, erkek olabilir. Yeter ki havaya uçsunlar, parçalansınlar, örgütün adı geçsin, propagandası olsun ve devlet onunla uzlaşmaya, el sıkışmaya mecbur olsun. Böyle bir mantığı isteyen bir örgüte, böyle bir haber sunmanın yanlış olduğunu düşünüyorum. Bütün bunlar bence insanlardaki acıma hissini değil terörün ateşini, sıcaklığını, acımasızlığını daha çok ortaya koyacak. Batı'da bunun ilkeleri mutlaka vardır. Bunu ilke kararı olarak kabul edelim, uyanlara da teşekkür ederiz.''
-''Onlarda adam kıtlığı var''-
Birand'ın, ''Önümüzdeki yıllar neyi gösteriyor. Sayın Başbakan'ın köşke yaklaştığının kokusunu alıyoruz. Köşke çıkacak gibi görünüyor. Onun yerine bir başbakan aranacak, kim olabilir? Size teklif etseler ne dersiniz?'' sorusu üzerine Arınç, şöyle konuştu:
''Ben bu layık değilim filan arkadaşım daha layık derim. Bizde böyle olur. AK Parti'yi yüzde 50 ile başına iktidara taşıyan, halkın sevdiği özelliğimiz bu. Bana ettiler veya edecekler ya da etmeleri muhtemel, söyleyeceğim şeyi biliyorum. Çünkü Tayyip Bey'in milletvekilliği adaylığının iptal edildiği gün 2002 seçimlerinden bir ay öncesi muhalefet çok sevindi.
Sizin başbakan adayınız kim diye karşımıza çıktılar. Çünkü her şey Tayyip Erdoğan'a göre düşünülmüştü o olmayınca AK Parti tek başına iktidara gelemeyecek onun yerine aday da bulamayacaklar. Herkesin düşündüğü zamanlar ben çıktım ekranlarda benim on tane başbakan adayım var, senin kaç tane var diye meydan okudum onlara. Yılmaz'ın olmadığı bir yerde ANAVATAN'ın ikinci başbakan adayı kim, Çiller'in olmadığı bir yerde DYP'nin ikinci başbakan adayı kim, Baykal'ın olmadığı yerde CHP'nin ikinci başbakan adayı kim dedim, ses gelmedi. Hala bu partiler öyledir. Onlarda kıtlık var. Genel başkanlık için bile sağa sola baktıklarında çok fazla insan bulamıyorlar. Hele başbakanlık, liderlik için... Bizde bolluk var.''
Birand'ın ''Gül siyasete dönmez mi?'' sorusu üzerine de Arınç, ''Bilmem kendisine sormak lazım. Erbakan Hoca'nın güzel bir sözü var, 'olmamış meseleler hakkında ulema fetva vermez' der'' ifadesini kullandı
Arınç, ''Cumhurbaşkanı'nın görev süresine'' ilişkin soruyu da ''Giderek 7 yıl olduğu ortaya çıkıyor'' şeklinde yanıtladı.