A HABER GALERİ
Dün şehit olan yüzbaşının anlattıkları ağlattı
Dün şehit olan Yüzbaşı Özgür Çevik'in Yeni Birlik gazetesi yazarı Abdullah Ağar'a anlattıklarını gözyaşlarıyla okuyacaksınız...
Dağlıca'da tanışmıştık. O günden bu yana hep konuşur, hep dertleşirdik. Ve bugün Hisar Dağı'nda şehit düştü. Aşağıda yazılı olanlar, O'nun yaşadıklarından, anlattıklarından sadece küçük bir parçadır.
Bizim için yapılan o mücadelede şehit düşen Mehmetçik Yüzbaşı'yı, bütün Mehmetçikleri ve mücadeleyi, ŞEHİT YÜZBAŞI ÖZGÜR ÇEVİK'in anlattıklarından okumanızı diliyorum. "Ruhun şad olsun" Ar'kardaş'ım, kardeşim, silah arkadaşım.
Havadaki helikopterin teknisyeniyle silahçısı, bikisi namlularını dışarı uzatmışlar, elleri tetikte namlu üstünden sürekli gözetleme yapıyorlardı. Böyle bir intikalle ve hedefe yaklaştıkça izli mermilerin gerginliği altında Dağbaşı'nın yamaçlarına ulaştık. Dağbaşı Tepe, doğu-batı hattında uzanan bir tepe.
Saat 10.30'da üç helikoptere beşer beşer binmiş şekilde kalkış yaptık. İlk helikopter beni ve yanındaki Mehmetleri Dağbaşı Tepenin Kale Tepe tarafında uzanan sırtlarına bıraktı. İkinci ve üçüncü helikopterler ise Dağbaşı Tepe'nin Çilekli Tepe tarafına diğer Mehmetleri indirmeye başladı.
Zamanla yarışıyorduk. Dahası atılan mermilerle. Helikopterlerin kapıları açılır açılmaz atladık. Haver durumundaydılar, yerden 1,5-2 metre kadar yukarıdaydılar. Kollarımızı bacaklarımızı namlularımızı çarpa çarpa yere kavuştuk. Daha doğrusu öptük yeri.
Helikopter bizi komandoların yaklaşık 200-300 metre altına indirmişti. Şimdi birleşmek zorundaydık. Bu benim için, en önemli işti. Haverda atılırken helikopterin rüzgarı ve yamaç eğimi yüzünden çantalarımız aşağılara doğru yuvarlanıp gitmişti. Şimdi çanta manta düşünecek zaman değildi. "Bırakın! Sonra çaresine bakarız." "Koşun yukarı doğru."
Ve koşmaya başladık. Yamaç yukarı yaptığımız bu koşu sırasında çoktan tık nefes kalmış, 100 metre yukarıdaki balkon kayanın altına yamandık. İşte tam bu sırada da komandolarla ses ve göz teması sağladık. Yeni bir sıçrama için hazırlık yaptığımız o anda, komandolardan biri bağırmaya başladı. "O taraftan gelmeyin, oradan ateş geliyor." Bu sefer diğer tarafa yöneldik. "Bu sefer de oradan benzer bir bağırış: "Bu taraftan gelmeyin, yoğun ateş var!"
Bu arada başımızın üstündeki blok kayada vuran mermilerin çıkardığı tozları görüyor, seslerini işitiyor, başımın üstünden uçup giden mermilerin vızıltılarını duyuyor, kayalardan kırılıp üstümüze ve yere düşen kaya parçalarına bakıp duruyorduk.
Sıçramak zorundayım, ayağımı yerden kesmek zorundayım, ateşin içinden ateşin içine koşmak zorundayım. Yoksa burada çakılıp kalırım. Çakılıp kalırsam da hiç bir şey yapamam. Yapamayız.
"Ömer Uzman!" "Emret komutanım." "Önce ikimiz sıçrayacağız... Mustafa!"
"Dinliyorum komutanım."
"Komutanınız nerede?"
Konuştuğum komando yerini gösterdi.
Bir kayanın arkasına yamanmış, gözetleme yapıyor, yakaladıkça da ateş ediyordu.
"Komutanım ben Özgürer Yüzbaşı. Gazanız mübarek olsun."
"Sağol aslanım" dedi, kısaca, keskince ve üzgünce.
Anladım bir şeyler, ama onun bir şey demesini bekledim. Bana sadece "Özgürer beş şehidim yok!" dedi. Ben ise hiç bir şey diyemedim ona. Ne diyebilirdim ki!"Buluruz komutanım" dedim kısaca ve keskince ve inançla.
Belki bir şeyler daha konuşurduk ya, konuşamayacak yeni bir durumla karşı karşıyaydık şimdi: "Komutanım bir adamımız yaralandı!" diye bir haber geldi.Vurulan benimkilerden biriydi. Çilekli Tepe tarafına helikopterlerin adam attığı sırada, havadayken ayağından vurulmuştu. İlk aklıma gelen sağlık astsubayı oldu. Var mıydı? Yoktu.
Bizi atan helikopterler bir kez daha ateş yedikleri için, helikopterler biri mermi aldığı için, şimdilik faaliyet kesilmişti.Bu bizim için artık şu demekti. Kendi başımızaydık.Takviyeye geldiğim bu yerde sadece on beş TAZE KAN'dık ve birimiz daha en baştan yaralıydık. Yaralı Mehmet'i on metre kadar aşağımıza getirmeyi başardılar.
Çorabını çıkardım Mehmet'in. Yarasını serum ile yıkadım. Sonra da tamponladım. Bunların hiçbirisini bilinçli bir şekilde yapmadım. Nasıl çalıştığını bilmediğim bir makine gibi, ne yaptığımı bilmeden içgüdüsel bir şeyler yapıyordum. Bu arada atılan mermilerin çarptığı yerlerden sesler duyuyordum.
"Yarayı serumla yıkamak nerden aklına geldi(?)" derseniz, inanın hala bilmiyorum. Bir uzmanım koştu yanıma bu ara. Sırf o yüzden bir sürü mermi daha salladılar bu yana.
Ona yaralının silahını alıp, yukarı, komandoların olduğu yere koşmasını söyledim. Orada, toprağa oyulmuş geniş bir mevzi vardı. Ateş tutmayacağını düşünüyordum. Bir de oraya yatırırsak daha sağlamda olacağını. Bir sigara yaktım. Derin bir nefes çektikten sonra yaralı Mehmet'in ağzına tutuşturdum. Rahatlamasını istiyordum. Birazdan yapmaya kalkışacağımız o acayip işte, şimdiye kadar kullandığı ayağını nasıl kullanamayacağını bilsin, ona göre davransın istiyordum.