Darbe girişimi başarılı olmayınca finansal istikrar hedef alındı! Yurt dışı yerleşiklerin net swap pozisyonları 60 milyar dolar
Finansal piyasalardaki yatırımcıların, darbe girişiminin hemen ardından piyasadan yüklü miktarda Türk Lirası topladıkları tespit edildi. Toplanan TL’nin dövize çevrildiği ve TL’nin düşüşünün manipülasyonla sağlandığı gözlendi. TL toplayan yatırımcı sayısının artmasıyla kamuoyu ve piyasalar da dövize yönlendirildi ve TL’nin değeri üzerinde oynaklık sağlandı.
Özellikle 1989 sonrası yanlış finansal liberalleşmenin getirdiği ve Türkiye'nin yumuşak karnı olarak görülen finansal istikrar üzerine oynandı ve TL'nin düşüşüne yönelik yüklü hamlelerde bulunuldu. Örneğin, darbe girişiminin ardından bir tür finansal spekülasyon ve manipülasyon aracı olarak da kullanılan swaplarda ciddi bir hareketlilik gözlendi.
Finansal piyasalardaki yatırımcıların, darbe girişiminin hemen ardından piyasadan yüklü miktarda TL topladıkları tespit edildi. Toplanan TL'nin dövize çevrildiği ve TL'nin düşüşünün manipülasyonla sağlandığı gözlendi. TL toplayan yatırımcı sayısının artmasıyla kamuoyu ve piyasalar da dövize yönlendirildi ve TL'nin değeri üzerinde oynaklık sağlandı.
Yurt dışında ise borçlanma yoluyla da TL talebinin yapay olarak şişirildiği, geçici talep alındıktan sonra hemen satışın gerçekleştiği ve dövizle swap işlemine geçildiği görüldü. Yurtdışındaki büyük yabancı yatırımcılar, TL'nin değerinin düşüşüne oynadı ve TL'nin değer kaybetmesi için manipülasyon gerçekleştirdi. Ciddi boyutlara ulaşan bu geçici kumar ve kısa pozisyonlar, diğer yatırımcıların da sürece eklenmesiyle ciddi boyutlara ulaşan TL-swap faizi veya aşırı kur oynaklıklarına yol açmış oldu.
Sadece kâr amacı ile bu sürece dahil olan küçük oyuncuların yanında, esas olarak daha büyük ve bu tür enstrümanları uluslararası siyaseti düzenleme aracı olarak da kullanan güç odakları, söz konusu işlemleri portföy yatırımları üzerinden bir tür yaptırım veya spekülatif atak aracı olarak gerçekleştirdi. Yurt dışı yerleşiklerin net swap pozisyonları darbe girişiminin hemen ardından hızla artarak 10 milyar dolar seviyesinden 2017 sonunda 60 milyar dolar seviyesine kadar yükseldi. Türkiye'deki sıcak para portföylerine sahip yabancı yatırımcı da TL'nin değerinin aşırı oynaklığı korkusuyla darbe sonrası ülkemizden çekilmek istedi.
Finansal piyasalardaki bu tür spekülatif hareketlilik veya oynaklıklar, örneğin Londra'daki ya da yurtdışındaki başka yabancı yatırımcıların Türkiye'deki hisse senedi ya da tahvil piyasası yatırımlarını; Türkiye'deki TL cinsi yatırımlara karşılık gelen hisse senetleri ve borsa, tahvil piyasalarını ve arz-talep dengesizliği üzerinden de döviz kurunu olumsuz etkiler. 15 Temmuz sonrası süreçte de bu etkiler adım adım gözlendi.
İSTİKBAL: YABANCI YATIRIMCI DARBE SONRASI SICAK PARA ÜZERİNDEN ÜLKEDEN ÇEKİLMEK İSTENDİ
SETA Ekonomi Araştırmacısı Deniz İstikbal: "1960, 1971, 1980 ve 1997 darbe ve darbe girişimlerine kıyasla 15 Temmuz ekonomik açıdan Türkiye'ye saldıranların önemli bir cephesi. TL'deki istikrara kıyasla ekonomik altyapıya zarar vermek için uluslararası davalar kullanıldı. Halkbank'ın transfer datalarını ABD'ye iletenler bunun önemli bir göstergesi. Yabancı yatırımcı darbe sonrası sıcak para üzerinden ülkeden çekilmek isterken yurtdışı medya aracılığıyla Türk ekonomisine saldırılar gerçekleşti. Türkiye'ye yatırım yapabilecek olanları caydırmak için yalan haberler üretildi. Türk firmalarının yurtdışı işlemlerini yavaşlatmak için çabaladılar."
"Türkiye'nin hain darbeyi yenmesiyle yeni bir cephe açıldı. Bu cephe ekonomik alanı kapsıyor. Türk ekonomisine yapılan her türlü saldırı ve karalama kampanyaları darbe girişiminden itibaren artarak devam ediyor."
"Ancak Türkiye'nin üretim gücü, insan kaynağı ve teknolojik kapasitesi gelişerek güçleniyor. Bunun önemli göstergeleri arasında satın alma gücü acısından 11. sırada yer alması ve Türk savunma sanayindeki atılımlar örnek olarak gösterilebilir."
ALKİN: "15 TEMMUZ GECESİ SİYASİ VE EKONOMİK İSTİKRAR ENGELLEMEYE HATTA YOK ETMEYE ÇALIŞILDI"
Prof. Dr. Kerem Alkin yaptığı açıklamada, "2. Dünya Savaşı'nın sonrasında oluşan 'Soğuk Savaş' dönemi, dünya ekonomisinin gelişimine sekte vurmasının yanı sıra, küresel ölçekte demokrasinin gelişme sürecini yavaşlatmasının bir yana, ülkelerin 'milli irade'ye dayalı olması gereken siyasi yapıları içerisinde, sivil ve askeri bürokrasinin haddinden fazla güç topladığı, ülkenin seçimlerle göreve gelen hükümetlerinin sık sık bürokrasiyi aşmakta zorlandıkları sorunlu yapıları da beraberinde getirdi.." ifadelerine yer verdi.
Soğuk Savaş sonrasında, ülkeler ekonomik ve demokratik reformlarla, milli iradenin tecellisi adına, halkın demokrasiye tam katılımını sağlayacak süreçleri oluşturmak adına yoğun bir çaba ortaya koydular. Reformlar hız kazandığı ölçüde, bürokrasinin de gücünü kaybetmemek adına direnç gösterdiği süreçler yaşandı. Bu durum, Türkiye ekonomisinde, özel sektör ağırlıklı, KOBİ'lerin öne çıktığı bir yapının oluşmasını da geciktirdi.
Soğuk savaş döneminde, Türkiye her 10 yılda bir demokrasisinde kesintiler ile karşı karşıya kaldı. Siyasi istikrara yönelik sorunlar, Türkiye ekonomisinin gelişimini de olumsuz yönde etkiledi. 1980'lerin başlarına geldiğimizde, dünyaya ancak 3 milyar dolar ihracat yapabilen, turizmdeki toplam yatak sayısı Rodos adasının bile altında olan ve ekonominin yüzde 65'nin kamunun hakimiyetindeki bir ekonomiyi yaşamaktaydık.
1994 ve 2001 ekonomik krizleri, bin bir çabayla 3 bin dolar düzeyine getirilebilmiş kişi başına milli gelirin iki kez 2 bin dolar seviyesine gerilemesine sebep oldu ve Türkiye 1990'lı yılların bütününde ekonomik ve siyasi özgüveni kaybettiği bir dönem yaşadı. 2003 yılından itibaren, AK Parti'nin tek başına iktidar olduğu 20 yılda, başlatılmış olan ekonomik ve demokratik reformlarda çıta üst noktaya taşındı ve Türkiye'nin küresel alandaki algısında gözlenen sıçrama, ekonomi ve siyaset alanında yeniden özgüven yakalamamızı sağladı.
MİLLİ EKONOMİNİN ÖZGÜVEN ZAFERİ
Türkiye'nin özgüvenini yeniden yakalaması ile birlikte, 2003-2006 arası, yarısı özel sektör yatırımları ile gerçekleşen yüzde 7,4'lük rekor bir büyüme gerçekleştirildi ve özel sektörün ekonomideki ağırlığında, ekonomiye hakimiyetinde büyük bir sıçrama yaşandı. Bu durum, Türkiye'nin Avrasya'daki oyun kurucu gücünü, Avrasya'nın kaderini değiştirecek ülke olma konumunu perçinledi. Ve Türkiye, halkıyla, iş dünyası ile, hükümeti ile, bu başarıyı, çok sayıda operasyonu, çok sayıda hainliği bertaraf ederek başardı. 2006 yılından itibaren, Danıştay saldırısından Hrant Dink cinayetine, AK Parti kapatma davasından, Gezi olaylarına, 17-25'den 6-7 Ekim olaylarına, onlarca siyasi saldırı, manipülasyon, algı operasyonu ve adeta iç savaş çıkarma denemelerine maruz kaldı ve hepsini de bertaraf etmeyi başardı.
15 Temmuz gecesi, FETÖ'nün tertiplediği hain darbe girişimi, Türkiye'nin birlik ve beraberliğini, siyasi ve ekonomik istikrarını, demokrasisini, sürdürülebilir kalkınma hamlesini engellemeye, hatta yok etmeye yönelik operasyonların en vahşi, en kanlı, en zalim halkasıydı. Önceki yıllarda, farklı metotlarla denenmiş askeri darbelere, 2000'li yıllarla birlikte yakaladığı özgüvene henüz sahip olmayan Türk halkı ve Türk reel sektörü yeterli tepki gösterememişti.
Şimdi anlaşılıyor ki, karanlık güçler, Türk toplumunun 15 Temmuz gecesi de, bu kanlı, vahşi darbe girişimine, Türkiye'yi iç savaşa sürükleme girişimine tepki gösteremeyeceğini ummuşlardı. Ancak, bu hainliği tertipleyenleri bozguna uğratan, özgüveni çeliklenmiş, demokrasisine ve ekonomisine sahip çıkan Türk halkının, Türk reel sektörünün ülkenin gerçek sahibi olduklarını bir kez daha göstermeleri, destansı bir kahramanlık sergileyerek tarih yazmaları oldu.
EKONOMİNİN DEMOKRASİLEŞMESİ VE 15 TEMMUZ DESTANI
Türkiye ekonomisinin yüzde 75'ine hakim, 15 yıl öncesine göre 3,5 katı katma değer üreten, 2022 sonu 250 milyar dolarlık ihracat hacmine koşan Türk reel sektörünün küresel başarılarıyla özgüveni çeliklenmiş Türk halkı, gencinden yaşlısına, toplumun her kesiminden, güçlendirdikleri demokrasinin Avrasya'nın tek dönüşüm ümidi olduğunun gerçeği ile, sokağa indiler ve milli iradenin tartışılmaz gücüyle, inançla, tankları ve uçakları durdurdular. Dünya siyasetinde eşi benzeri görülmemiş bir destana, demokrasiyi sahiplenme mücadelesine imza attılar.
15 Temmuz'daki darbe girişimini bertaraf eden toplumsal birlik ve beraberliğin, Türk halkını tankın önüne yatıran, üstüne çıkaran; ağır silahlara, helikopter ve savaş uçaklarına meydan okutan cesaret, özgüven ve motivasyonun önemli sac ayaklarından birisini 'ekonominin demokratikleşmesi' oluşturmaktadır. Son 20 yılda girişimciliğin önünü tıkayan, ticareti, üretimi eziyetleştiren bürokrasi azaltılmış; gerçek bir piyasa ekonomisi yapısının kurumsallaşmasına yönelik önemli adımlar atılmıştır. Ekonomi yönetiminde iş dünyasına bakış açısında önemli bir zihinsel dönüşüm gözlemlenmiştir.
Daha da önemlisi, Türk iş dünyasının uluslararası diplomaside 'yumuşak güç' olarak etkinliğini arttırmak adına, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) gibi kuruluşlar yeniden yapılandırılmış, Türkiye İhracatçılar Meclisi'nin (TİM) etkinliğini attırılmış; iş dünyasını temsil eden sivil toplum kuruluşlarının dünya ölçeğinde etkin bir kurumsal iletişim ağı oluşturmalarına destek olunmuştur. Bu devrimsel dönüşüm, Türkiye'yi 250 milyar dolarlık mal ihracatı ve 50 milyar doların üzerinde hizmet ihracatı hacmine taşıyan başarının özüdür.
16 Temmuz sabahı, Türkiye milli iradenin tüm süreçlere hakim olduğu, bugün ve gelecekte içeriden ve dışarıdan kimsenin artık Türkiye'nin geleceğine, kaderine müdahale etmeye cesaret edemeyeceği bir döneme uyandı. Ve Türk halkının bu destansı mücadelesini, demokrasisine sahip çıkma başarısını perçinlemek ve kurumsallaştırmak adına, 16 Nisan 2017'de sandığa gittik ve Türk demokrasisine tarihi bir eşik atlatacak bir referanduma imza attık.
HEDEF YÜKSEK KATMA DEĞER'E VE YÜKSEK İHRACATA DAYALI EKONOMİ
16 Nisan Referandumu ile hayat bulan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, demokrasinin üç temel saç ayağı yürütme, yasama ve yargıda 21. Yüzyıl'a yaraşır bir zihinsel dönüşümün önünü açtı. Bu dönüşüm, kurumsal yönetim ilkelerine dayalı yeni bir iş yapma kültürünü Türkiye'nin dokusuna, genetiğine yerleştirecek. Çözüm odaklı, performansa dayalı, hesap verilebilirliğin öne çıktığı, Türkiye'yi yüksek katma değeri odaklayacak bir kodlamadan söz ediyoruz.
Öyle ki, demokrasi ve ekonomi alanındaki kalite artışı, siyaset ve iş dünyasının birbirini desteklediği, 'sürdürülebilirliğe' ve 'şeffaflığa' odaklı bir yönetim anlayışının da önünü açacak. Yeni Türkiye'nin hükümet modeli, bürokrasiye, kamu yönetiminin iş yapma biçimine öyle bir 'devrimsel' bakış açısı kazandıracak ki, Türkiye ekonomisinin hızlanmasını sağlayacak reformların önü açılmış olacak.
Yüksek katma değerli üretime, teknoloji ve ar-ge'ye, inovasyona, dünyanın en uzak noktalarına ihracat hamlesine odaklı yeni ekonomik modelinden, yatırım ortamının güçlendirilmesine, 16 Nisan referandumunun önünü açtığı yeni Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Türkiye ekonomisini 'pro-dinamik' bir yapıya da kavuşturacak. Türkiye kendi doğal ve finansal öz kaynaklarını daha etkin kullanacak bir karar alma sürecini artık yakalamış durumda.
Bu nedenle, yerli-milli enerji, savunma, ulaştırma, lojistik, bilim ve teknoloji imkanlarına dayalı 'Yeni Türkiye' için, yoğun bir çalışma sürecine, sürdürülebilir bir 'yeşil kalkınma devrimi'ne odaklanmış durumdayız. Bu süreç, ekonomi alanında, 'üretim ve istihdam' dostu, imalat sanayi ve tarımda Türkiye'nin küresel tedarik zincirindeki ağırlığını perçinleyecek yeni bir büyüme modelinin de hayata geçirilmesini de hızlandırmış durumda.
Temel hedef, 2023-2030 dönemi için Türkiye ekonomisinin küresel milli gelir ve küresel ticaretteki payını yüzde 1,5'e çıkarmak yönünde şekillenecek. Bu hedefi gerçekleştirmek adına, yerli imkan, kaynak ve beceriye dayalı, verimli bir ekonomik yapıyı oluşturacak bir dönüşümü büyük ölçüde tamamlama aşamasındayız. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, bu yönüyle, Türkiye'yi 2023, 2053, 2071 hedeflerine taşıyacak güçlü bir iradeyi, güçlü bir motivasyonu da sürdürülebilir kılacak.
BAĞIŞ: "FİNANSAL SPEKÜLASYONLARA 15 TEMMUZ SÜRECİNDE VE SONRASINDA SWAP HAREKETLERİ GÖSTERİLEBİLİR"
Ekonomist Akademisyen Dr. Bilal Bağış, "İki tarafın nakit akışlarının el değiştirmesi olarak tanımlanan swap sözleşmeleri, bir tür takas veya değiş-tokuş sözleşmeleridir. Diğer türev araçlardan farklı olarak, çift yönlü vadeli bir değiş-tokuş işlemidir. Söz konusu vade için, belli bir faiz oranı ödemesi barındırır. Vade sonunda cayma hakkı yoktur; işlem tersine çevrilerek, paralar ait oldukları tarafa döner." dedi.
Türkiye'de finansal istikrarsızlığı getiren temel unsurlardan biri de swap gibi bu tür farklı finansal enstrümanlar aracılığıyla kurlar üzerinde yapılan spekülasyonlardır. Son dönemin BDDK yasaklarını da getiren bu tür finansal operasyonlar ise daha çok yurtdışı piyasalarda gerçekleşir.
Bu finansal spekülasyonlara birer örnek olarak 15 Temmuz sürecinde, hatta sonrasında 2018 ve 2019'daki kur saldırıları sırasındaki swap hareketleri gösterilebilir (Şekil 1 ve Şekil 2). Örneğin, yurt dışı yerleşiklerin net swap pozisyonları 15 Temmuz 2016'da gerçekleşen hain darbe girişiminin hemen ardından hızla artarak 10 milyar dolar seviyesinden 2017 sonunda 60 milyar dolar seviyesine kadar yükselmişti. Benzer hareketliği, 2018'den sonra sıklaşan kur şokları ve artan volatilite sırasındaki spekülatif hareketlerde de görmek mümkün.
Bu tür spekülatif pozisyonlarda, söz konusu yabancı yatırımcılar, TL'nin değerinin düşüşüne oynamakta, TL'yi 'short'lamakta (açığa satma) ve TL'nin değer kaybetmesi için manipülasyon yapmaktadırlar. Başkasından, bir faiz karşılığı daha fazla TL ödünç alınarak, döviz ile takas edilmeye çalışılmakta ve beklenen (veya zorlanan) kur artışlarından (TL değer kaybı) avantajlı çıkmaya çalışılmaktadır."
Finansal piyasalardaki bu tür spekülatif hareketlilik veya oynaklıklar, örneğin Londra'daki ya da yurtdışındaki başka yabancı yatırımcıların Türkiye'deki hisse senedi ya da tahvil piyasası yatırımlarını; Türkiye'deki TL cinsi yatırımlara karşılık gelen hisse senetleri ve borsa, tahvil piyasaları ve de arz-talep dengesizliği üzerinden döviz kurunu da olumsuz etkiler.
Burada bahsedilen, açığa satmak ya da 'short'lamak ise bir para birimini (örneğin TL'yi), elinizde yokken, başkasından borç alıp; ardından bir başka para birimi ile (örneğin dolar) değiş-tokuş etmek (swap) olarak tanımlanabilir. Yani, 'TL satıp, dolar almak' için öncelikle TL cinsinden borçlanma yapılır.
Aslında, özellikle de Ağustos 2018'den bu yana Türkiye'deki bankaların yurtdışına sağlayabilecekleri TL miktarı ile ilgili kısıtlamalar mevcut. Lokal bankaların yurtdışına TL arzı kısıtlanmış durumda. Örneğin, Türkiye'deki bankalar, yurtdışına ancak sermayelerinin %25'i kadar TL sağlayabilmektedir. Bu durum, 2018'den itibaren, TL swapları ciddi anlamda azaltmış durumdadır.
Yurtdışına TL arzı ile ilgili kısıtlamalar sonrası, TL bulma ve onu tutmanın maliyeti de ciddi anlamda yükseldi. Örneğin, Mart 2018'de, Londra swap piyasasında, dolar/TL swap faizi gecelik bazda birkaç yüzü dahi bulmuştu. Bunun anlamı da yurtdışında TL bulmak ve TL'yi 'short'lamak oldukça zorlaşmıştı. Faizlerin bu denli yükselmesi, spekülatif atakların önüne geçerken; sonrasında, TL arzının artması ile faizler tekrar normal seviyelere dönmüştü. TL'ye yönelik bu tür spekülatif ataklara girişenler, artan maliyetler ve TL arz kısıtları ile iyi bir darbe aldı.
Son dönemde ise, Haziran 2022 başında, bu noktada yeni bazı adımlar atıldı. Yurtdışına TL sağlanması ve yabancıya swap imkânı gevşetildi. Ancak, TL'ye erişimin, açığa satış imkânı ya da TL aleyhine pozisyon alma fırsatı sunmaması da önemli görülmektedir. Temmuz 2022'ye gelindiğinde ise, TCMB ve BDDK bilanço dışı pozisyonları ve swap verilerinden yapılan hesaplamalara göre, yabancıların TL swap pozisyonları, bugün tarihi dip seviyelerinde (2 milyar dolar seviyelerinde) seyretmektedir.
SWAP NEDİR?
Swap kelime anlamı olarak "değiş tokuş etmek, takas etmek, değiştirmek" gibi anlamlara gelmektedir. Swap; iki tarafın belirli bir zaman dilimi içinde bir varlık ya da yükümlülüğe bağlı olan farklı faiz ödemelerini veya döviz cinsini karşılıklı olarak değiştirdikleri bir takas sözleşmesidir diye tanımlanabilmektedir.
Yurt dışı yerleşiklerin net swap pozisyonları 15 Temmuz 2016'da gerçekleşen hain darbe girişiminin hemen ardından hızla arttı.
10 milyar dolar seviyesinden 2017 sonunda 60 milyar dolar seviyesine kadar yükseldi.