Lafarge skandalı Batı'nın terörle mücadelede ikiyüzlülüğünü ortaya çıkardı
Fransız kurumlarına ait belgelerdeki bilgiler, dünyanın en büyük çimento devi Fransız Lafarge'ın, DEAŞ ile ilişkisi hakkında Fransız iç, dış ve askeri istihbarat servislerini sürekli bilgilendirdiğini ve ilişkinin Fransa devletinin bilgisi dahilinde gerçekleştiğini gözler önüne serdi. Lafarge skandalı, Fransa'nın terörle mücadelede devlet olarak uyguladığı çifte standardın açık bir örneği. Nitekim ortaya çıkarılan belgelerde de görüldüğü gibi Lafarge, süreç boyunca Fransız istihbaratının bilgisi ve onayı ile faaliyetlerine devam etti. DEAŞ terör örgütünü Fransız istihbaratının bilgisi ve onayı ile fonlayan Lafarge şirketi DEAŞ sonrası aynı bölgelerde PKK terör örgütünün Suriye kolu YPG ile aynı kirli ilişkiye girmişti ancak bu ilişkiler dava sürecinin dışında tutulmaya çalışıyor. Konunun yalnızca Lafarge özeline indirgenmesi ve devletlerin politikasının bir sonucu yerine tekil hatalar/kanunsuzluklar gibi sınıflandırılması Batı'nın terör örgütleri ile ilişkiler konusunda samimi bir değerlendirmeden çok uzak olduğunun kanıtı...
Terörün finansmanı meselesi Fransa'da Yargıtay'ın Fransız çimento devi Lafarge şirketi hakkında verilen "insanlığa karşı suça ortak olma" suçlamasını iptal eden kararı ile bir kez daha gündeme geldi. Lafarge'ın DEAŞ ile girdiği ekonomik ilişkiler sebebiyle 2017'de başlatılan soruşturma teröre finansman sağlama suçu üzerinden yürüyordu. Belgelerde de görüldüğü gibi Lafarge çimento şirketi, Suriye'de faaliyette bulunduğu sürede fabrikanın çalışmaya devam etmesi için DEAŞ'a ödeme yaptığı gibi bunu Fransız istihbaratının bilgisi dahilinde yapmış. Bu da şirketin "insanlığa karşı suç" işlemekten yargılanmasının önünü açmış oldu.
Ayn el-Arab'ın 50 km güneydoğusunda bulunan Lafarge fabrikası, ABD'nin YPG ile koordinasyon merkezi olarak kullandığı bir askeri üs olmasının yanı sıra, bölgeye DEAŞ hâkim iken de Lafarge ile DEAŞ'ın iş birliğinin bir nişanesi olarak hizmet vermeye devam etti. Pek tabii ki Fransız şirket, 2007 yılında satın aldığı ve 2010 yılında faaliyete geçen bu yatırımını iç savaş sırasında da korumaya çalışmıştı.
Fakat bu büyük yatırımı korumak isteyen ve bu uğurda terör örgütleriyle çalışmaktan kaçınmayanın yalnızca Lafarge şirketi olmadığını da belirtmek gerekir. Tıpkı Lafarge gibi Fransa devletinin de resmi yasaklara ve yaptırımlara rağmen ülkesinden bir şirketin bu kirli ilişkilerini desteklediği açık. Ortaya çıkarılan belgelerde de görüldüğü gibi Lafarge, bu süre boyunca Fransız istihbaratının bilgisi ve onayı dahilinde faaliyetlerine devam etmiştir.
LAFARGE'IN SURİYE'DEKİ KİRLİ GEÇMİŞİ
Diğer Fransız şirketlerinin aksine 2011'de başlayan iç savaşla birlikte Suriye'deki faaliyetlerini durdurmayan Lafarge, yerel işçileri iç savaş ortamında işe gelmeye zorlayarak fabrikanın faal bir halde kalmasını sağlamıştı. Ayn el-Arab'dan 50 km uzaklıktaki tesis, 2014 yılında şehir ve çevresinde YPG ile DEAŞ arasında cereyan eden çatışmalara rağmen tüm faaliyetlerine devam ettiği gibi her iki terör örgütüyle de öncesi ve sonrasında ilişkisini sürdürerek iç savaş ortamını fırsata çevirmeye çalışmıştı.
İlginç olan ise Lafarge'ın, tesisin çalışması için 2013 ve 2014'te DEAŞ'a aylık tahmini 20 bin avro ödeme yaparken, diğer taraftan o dönem Suriye'nin petrol kaynaklarını elinde tutan bu terör örgütünden tesiste kullanılmak üzere petrol satın almış olması. Bunlara ek olarak üretilen ürünün birinci alıcısının DEAŞ ve YPG gibi terör örgütleri olduğu da bilinen bir gerçek.
Lafarge'ın o dönemki üst düzey yöneticilerinden Christian Herrault, kendisini savunurken o dönem DEAŞ'ın ülke dışında bir terör saldırısı olmadığını ve yalnızca Suriye'nin sorunu olduğunu söylemiştir. Bu da aslında yine Batı'nın çarpık terör anlayışını yansıtması açısından mühim bir örnek.
Lafarge bu davaya konu olan DEAŞ ilişkisinden önce bölgeyi elinde tutan YPG ile de yakın bir ilişki içindeydi. Eski Fransız Cumhurbaşkanı François Hollande ve mevcut Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un YPG ile yakın ilişkide olması ve hatta bu iki liderin terör örgütü YPG'nin sözde sözcülerini Fransa'da ağırlamış olmaları bu kirli ilişkiyi gözler önüne seriyor. Aynı doğrultudaki çabaların devamı olarak, geçtiğimiz haftalarda Irak'ta düzenlenen Bağdat İşbirliği ve Ortaklık Konferansı'na katılan Macron, daha sonra Musul ve Kerkük'ü ziyaret ederek bölgede etkinliğini artırma çabasında olduğunu göstermişti. Ayrıca Sincar bölgesine bir ziyarette bulunmak istediği ancak Türkiye'den gelen tepkilerle bundan vazgeçildiği de kamuoyunda konuşulan bir gündem maddesi olmuştu. Bilindiği gibi Sincar Irak-Suriye geçişi ve YPG ile Kandil arasındaki bağlantıyı sağlayan kritik bir yerleşim yeri.
Lafarge'ın 2010 yılında fabrikayı satın almasında rol oynayan ve daha sonra Suriye bölümünün yönetim kuruluna giren Firas Tlass da bu ilişkileri anlamak için önemli bir isim. Tlass, kökleri Osmanlı son dönemi ve Fransız manda yönetimine kadar uzanan Sünni Tlass ailesinin bir ferdi ve 2004'e kadar Suriye Savunma Bakanı olan Mustafa Tlass'ın oğlu olarak Suriye'de önemli bir iş insanıydı. Ailesinin Fransa ile olan bağları ve yereldeki gücü ile iç savaş ortamında bu terör örgütleri ile Lafarge arasındaki köprü işlevini gördü.
SURİYE'DEKİ YEREL APARATLAR DA BATI TARAFINDAN YALNIZ BIRAKILACAK
Lafarge skandalının ortaya serdiği bir diğer gerçek ise Batı'nın terör konusundaki çifte standardı oldu. DEAŞ terör örgütünü Fransız istihbaratının bilgisi ve onayı ile fonlayan Lafarge şirketi, DEAŞ sonrası aynı bölgelerde PKK terör örgütünün Suriye kolu YPG ile aynı kirli ilişkiye girmişti. Buna rağmen DEAŞ konusunda koparılan fırtınalar (ki böyle olmakla beraber kamuoyunda Fransız istihbaratı ve devletine yönelik ciddi bir eleştirinin yer almadığı not edilmeli) YPG'nin finanse edilmesi konusunda gündeme gelmedi.
Barış Pınarı Harekâtı sonrası bölgeyi terk etmek zorunda kalan Amerikan güçleri aslında Afganistan'da yaptığının aynısını yapmaya kalkışmıştı. Kabil Havalimanını terk ederken üste bulunan belgeleri imha eden ABD, çekilme tamamlandıktan sonra ise tesiste bulunan bazı kritik noktaları hava saldırısı ile vurmuştu. Aynı şekilde ABD, Türkiye'nin YPG terör örgütüne yönelik harekâtıyla birlikte bölgeden çekilmek zorunda kaldığında, üs olarak kullandığı Lafarge çimento fabrikası alanında gizli belgeleri yakmış, daha sonra ise tesisi bombalayarak imha etmişti.
Uluslararası basındaki haberler Lafarge'ın 2012 ve 2014 arasında DEAŞ ile girdiği ekonomik ilişkilere odaklansa da resmin tamamına bakmak gerekiyor. DEAŞ sonrası dönemde ABD öncülüğündeki koalisyon ile YPG bölgesinde faaliyetlerine devam eden şirket, Barış Pınarı Harekâtı'na kadar YPG ile doğrudan tahkimat amaçlı ilişkiye girmişti. Bu noktadan sonra Lafarge DEAŞ döneminden farklı olarak, ekonomik çıkarlarını önde tutan yabancı bir şirket rolünden öte, Suriye'de bilinçli bir şekilde YPG terör örgütünün askeri kapasitesini artırmaya yönelik çalışan bir sivil ortağa dönüşmüştür.
Yine geçtiğimiz aylarda basında yer alan bir habere göre, Fırat'ın doğusunda YPG'nin kontrolündeki bölgelerde bazı yollarda çökmeler olmuş, bunun ise terör örgütünün bölgede kurduğu tünel ağlarından kaynaklandığı belirtilmişti. Bu tünel ağlarının yapımında Lafarge firmasının YPG'ye verdiği tünel kazıcılar ve iş makinelerinin rolü olduğu da iddia edilmişti. Yani Suriye'nin kuzeydoğusundaki YPG terörü tehdidi, başarıyla icra edilen Barış Pınarı Harekâtı'na rağmen devam etmekte. Gelecekte yapılacak operasyonlar sırasında ve sonrasında da bu tünel ağları ve Lafarge-YPG ilişkisinin bir kez daha gündeme geleceği öngörülebilir.
Konunun yalnızca Lafarge özeline indirgenmesi ve devletlerin politikasının bir sonucu olarak değil, tekil hatalar/kanunsuzluklar gibi sınıflandırılması ise Batı'nın terör örgütleri ile ilişkiler konusunda samimi bir değerlendirme yapması için daha uzun yıllar geçmesi gerektiğinin acı birer kanıtı.
Türkiye açısından Lafarge'ın DEAŞ ile ekonomik ilişkiye girmesi ile YPG'yi askeri olarak desteklemesi arasında bir fark olmaması da Batı'nın aksine Türkiye'nin Suriye iç savaşında aldığı doğru pozisyonun bir diğer yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Bu fabrika 2019 yılında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bir konuşmasıyla da gündeme gelmiş, Erdoğan fabrikanın teröristlere tünel yapımı için yardım ettiğini belirtmişti. Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtları sonrasında YPG'nin kontrolündeki bölgelerde yapılan tahkimat, kurulan beton tünel ve mevziler ile gözetleme kuleleri Lafarge'ın YPG'ye yaptığı yatırımı gösteriyor.
Geçtiğimiz yıl Fransa'da gözaltına alınan Rıfat Esed de Fransa'nın Suriye konusuna yaklaşımını gösteriyor. "Hama ve Tedmür Kasabı" şeklinde anılan Rıfat Esed, iç savaş sonrasında da Suriye devlet fonlarını Fransa merkezli olarak yasadışı yollardan kullanarak emlak imparatorluğu kurmuştu. Fransız hükümetinin, yıllarca Fransa'da faaliyetlerini sürdürmesine izin verdiği Rıfat Esed hakkında başlatılan yargı sürecini, YPG politikasını tamamlayan bir şekilde Esed rejimine baskıyı artırmak için kullandığı açık.
Kısacası Fransa, Rıfat Esed davası ile Suriye politikasında Esed karşıtı pozisyonunu sürdürürken muhalif gruplara da etki edebilmekten uzak. Lafarge davasını da yalnızca DEAŞ dönemi ile sınırlayarak YPG ile ilişkilerine tehdit oluşturabilecek bir kriz noktasını bertaraf etmeye çalışmakta. Böylece Fransa özelinde Batı'nın terör örgütleri arasında ayrım yaparak yürüttüğü Suriye politikasında değişen bir şey yok.
Sonuç olarak Fransa, bir yandan Rıfat Esed ve Bataclan davası, bir yandan ise Lafarge skandalı ile Suriye merkezli bir siyasi gündeme girse de bu üç meselenin Fransa, AB ve ABD'nin terör gruplarıyla ilişkileri konusunda geniş bir yargılama, özeleştiri ve politika değişikliğine yol açması şimdilik bir hayalden ibaret.
[Ahmet Arda Şensoy Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü'nün (ORMER) Suriye masasında, Suriye iç savaşı ve hibrit savaş konularında araştırmalar yapmaktadır]