Deniz Baykal nereye koşuyor?
CHP eski genel başkanı Deniz Baykal, son olarak "başkanlık sistemi değerlendirilmeli" sözleriyle gündeme geldi, sonra kendi açıklamasını yalanladı. Peki Baykal, neden zikzaklarla dolu bir siyaset çizgisi izliyor, zaman zaman milli bir noktaya gelse de sonunda hep fabrika ayarlarına dönüyor. Bu savruluşların nedeni ne?
- Analiz
- Giriş Tarihi: 03.11.2016 | 00:00
- Güncelleme Tarihi: 03.11.2016 | 19:31
Yıl 2007...
Dönemin CHP genel başkanı Deniz Baykal kürsüden bas bas bağırıyordu. Hedefinde o dönem başbakan olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan vardı. Demokrasiyle yönetilen bir ülkede görülmeyecek utandıran bir çağrı yapıyordu Baykal. "Sakın ha cumhurbaşkanı adayı olma!" diyordu.
Ancak Baykal'ın bu tehditlerine pabuç bırakılmadı. Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül'ü AK Parti'nin cumhurbaşkanı adayı olarak ilan etti.
Demokrasi demek uzlaşma demekti. Milletin kararlarına saygılı olmak demekti. Hukuku eğip bükmemekti. Ancak Baykal evrensel demokrasi kurallarını her zaman olduğu gibi hiçe saydı 2007'de. Cumhurbaşkanı seçtirmemek için harekete geçti. Peki ama bu nasıl olacaktı?
Eski yargıtay cumhuriyet başsavcısı Sabih Kanadoğlu "367 garabetini" ortaya attı. Bu kirli plana göre, cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda Meclis'in nitelikli çoğunluğu olan 367 milletvekili genel kurulda hazır bulunmazsa, ilk tur gerçekleşmemiş sayılacaktı. Böylece AK Parti, Gül'ü seçtirmek için milletvekili sayısının yettiği üçüncü tura hiç ulaşamayacaktı. CHP, gözünü kırpmadan hakkı, hukuku hiçe sayan bu hileye sarıldı.
Ancak planın işlemesi, Erkan Mumcu liderliğindeki ANAP ile Mehmet Ağar liderliğindeki DYP'ye bağlıydı. İki partinin milletvekillerinin oylamanın yapılacağı 27 Nisan'da Meclis'e gelmemelerine bağlıydı her şey.
Ve gelmediler...
Ağar ve Mumcu demokrasi dışı yöntemlerle "ikna" edildi o gün....
Cumhurbaşkanlığı seçimini sabote etme planının ilk aşaması kolayca uygulanmıştı. Şimdi sıra ikinci aşamadaydı. Deniz Baykal liderliğindeki CHP, sistemi kilitleyecek adımı tam da o aşamada attı. Gül'ün 357 "evet" oyu aldığı seçimleri Anayasa Mahkemesi'ne götürdü. O günlerde Anayasa Mahkemesi'nin CHP'nin başvurusunun tersine bir karar vermesi düşünülemezdi.
Vermedi de zaten...
CHP, zinde güçler ve seçkinci azınlık kazandı. Anayasa Mahkemesi, Haşim Kılıç ve Sacit Adalı'nın hayır oyuna karşılık oy çokluğuyla cumhurbaşkanlığı seçimini iptal etti. Ancak bununla da yetinilmedi. Baykal ve iş birlikçileri boğmak istiyorlardı demokrasiyi. Bir darbe de ordudan gelmeliydi onlara göre.
Ve o darbe gecikmedi...
27 Nisan gecesi e-muhtıra ile tanıştı Türkiye. Genelkurmay'ın internet sitesinde yayınlanan bildiride gözdağı verilmek isteniyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin taraf olduğu ve laikliğin kesin savunucusu olduğu belirtiliyordu. Gerekirse demokrasiye müdahale edeceği açıklanıyordu. Açık bir darbe girişimiydi bu. Gözler CHP'ye ve lideri Deniz Baykal'a çevrildi hemen. Altı okun en azından bu kez demokrasinin yanında yer almasını bekliyordu herkes. Ancak Deniz Baykal CHP'nin genlerine işleyen bir tavır sergiledi yine. Darbecilerin karşısında değil yanında saf tuttu.
Ancak Baykal'ın CHP'sinin sevinci uzun sürmedi. Çünkü bu kez karşılarında şapkasını alıp gidecek politikacılar değil dik duran bir siyasi hareket vardı. E-Muhtıra'nın ertesi günü hükümet sözcüsü Cemil Çiçek kürsüye çıktı. Hükümetin tavrını net bir şekilde açıkladı..
AK Parti hükümeti muhtıralı tehditlere pabuç bırakmadı. Erdoğan liderliğinde o güne kadar görülmemiş bir kararlılıkla önemli bir adım attı. Baykal'ın kilitlediği sistemi millet açacaktı. Hemen erken seçim kararı alındı. CHP ve iş birlikçileri böyle bir şeyi beklemiyordu. Demokrasiyi yeniden kilitlemek için cumhuriyet mitinglerinden medet umdular bu kez. Ancak ülke erken seçim havasına çoktan girmişti.
22 Temmuz 2007'de seçimler yapıldı. AK Parti bu kez daha güçlü bir şekilde, yüzde 47 oy oranıyla geri geldi. Meclis tamamen yenilendi. Demokrasiye sahip çıkamayan Erkan Mumcu ve Mehmet Ağar'ı cezalandırdı millet. İki parti de Meclis'ten silindi. Daha önce Meclis dışında kalmış olan MHP tekrar grup kurdu. 2007'nin ağustos ayında yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde bütün partiler Meclis'te hazır bulundu. "367 hilesi" bertaraf edilerek Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçildi.
CHP'nin hiçe saydığı demokrasiye millet sahip çıktı 2007'de. Ama yaşananlardan bir ders çıkarmadı Baykal. Ya yargı, ya da zinde güçlerin desteğiyle siyaseti dizayn etme çabasını sürdürdü. Ama artık Türkiye'nin benzer siyasi krizler yaşamaya tahammülü yoktu. Yapılacak tek bir şey vardı yine. Millete gitmek...
Referandum kararı alındı. 21 Ekim 2007'de yapılan referandumdan cumhurbaşkanını milletin seçmesi kararı çıktı. O kararla aslında fiili başkanlık sistemine geçilmişti artık. Artık 367 gibi bir garabet tekrar yaşanmayacaktı. 2014'te millet ilk kez cumhurbaşkanını seçti. Recep Tayyip Erdoğan aldığı yüzde 52 oyla 12. cumhurbaşkanı olarak tarihe geçti.
2010 yılında CHP genel başkanlığı koltuğundan istifa etmek zorunda kaldı Deniz Baykal. Acı tecrübeler yaşadı o süreçte. Ancak o tecrübelere rağmen hiç değişmedi. Hiçbir kritik olayda demokrasiye güç vermedi. Gezi provokasyonunda, hükümeti yıkmaya yönelik 17-25 Aralık komplosunda sessiz kaldı. Millet 15 temmuz darbe girişiminde tanklara bedenini siper ederken baykal yine ortada yoktu. Yani dünya değişti ama o bir milim bile değişmedi.
Türkiye Baykal'ın başrolünde olduğu krizler nedeniyle 367 garabeti ve e-muhtıra ile boğuşmuştu. Referanduma gitmek zorunda kalmıştı ve şimdi yine bir dönüm noktasına gelindi. Her daim kaybettiren koalisyon günlerine tahammülü yok artık Türkiye'nin. Sistemi çağın ve Türkiye'nin şartlarına göre yeniden uyarlamak gerekiyor.
Amerika, Fransa gibi ülkelerde uygulanan ve koalisyon ihtimalini sıfıra indiren başkanlık sistemine ihtiyaç duyuyor ülke. İşte bu nedenle Baykal'ın Yeni Birlik Gazetesi'ne verdiği 21 Ekim tarihli röportaj büyük heyecana neden oldu. Çünkü o röportajda "başkanlık sistemi değerlendirmeli" diyordu Baykal. Röportaj yayınlanınca Baykal'ın geçmiş tecrübelerinden ders çıkardığı düşünüldü. Kişisel tarihinde ilk kez sistemi kilitlemek yerine Türkiye'nin önünü açmak noktasına evrildiği sanıldı. Ama tüm bunlar bir yanılsamaydı. Çünkü Baykal röportaj yayınlanır yayınlanmaz kendi kendini yalanladı. "Ben öyle bir şey demedim" dedi.
Söylediklerinden çark ederek yine sistemi kilitleyenlerin yanında ve en ön safta yer aldı Baykal. Ancak röportajı yapan gazeteci Avni Özgürel Baykal'ın doğru söylemediğini açıkladı. "Elimde konuşma kayıtları var" dedi..
Yani Baykal, ne kadar inkar etse de "başkanlık değerlendirilmeli" sözünden çark etti. Zaten yalanlama açıklaması da aslında Deniz Baykal'ın kafasının ne kadar karışık olduğunu gösteriyor. Çünkü bir yandan başkanlığa karşı çıkıyor ve yine sistemi kilitleyenlerin tarafından duruyor. Ama öbür yandan da "başkanlık sistemi CHP'ye kazandırabilir" diyor. Yani farkına varmadan Yeni Birlik Gazetesi'ndeki röportajını doğruluyor..
Peki CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal neden onca acı tecrübeye rağmen ısrarla milletin sesine kulak vermiyor? Bir kez olsun demokrasinin önünü açmak için mücadele etmiyor?
Bu bilinmiyor...
50 yıldır seçilerek Meclis'e gelen Baykal seçilmişlerin yanında net olarak yer alsaydı belki de 15 Temmuz darbe girişimi yaşanmayacaktı. Ama yapmadı ve hiçbir zaman da yapmayacakmış gibi görünüyor.
İyi ama acaba Baykal niçin böyle davranıyor? Yoksa kendini baskı altında mı hissediyor? İşte bu sorular cevap bekliyor...