Gencin biri böyle dedi.
Hocam, hocalarımız, babalarımız bize sürekli şükredin diyor. Ben şükretmiyorum.
Bize hep şükürü öğrettiler. Ben şükür değil, kin duyuyorum.
Tabii; o zaman şükretme.
Veya istersen isyan et. İstersen nimete hakaret et. Canın ne istiyorsa öyle yap! Demedim.
Belki bu akılsızca yakınma bu cevabı hak ediyorsa da.
- Niye şükretmiyorsun dedim. Çünkü şükrün zıttı isyan ve küfürdür.
- Falan dizi oyuncusu, falan futbolcu, falan sanatçı, falan işadamı, falan şarkıcı bir dakikada milyonlar kazanıyor. Şöyle zengin bir hayat yaşıyor. Şöyle kazanıyor.
Dikkat ettim bütün derdi, kim ne kazanıyor, harcıyor ile ilgili. İyi de sen şükretmesen bu iş değişecek mi dedim.
- Veya milletin ne kazanıp ne harcadığından sana ne dedim. Veya sana kazanma, harcama diyen mi var? Diye sordum.
Sustu. Anladığım kadarıyla her şeyi görmüyor ama her canının istediğini görüyor.
Diğerlerini görmüyordu. Ama gözlerinde topluma karşı bir kin seziliyordu.
- Bak delikanlı şükrederseniz artırırım.
Küfrederseniz - şükrü inkâr ederseniz- azabım şiddetlidir. (İbrahim suresi, 7. Ayet) ayetini hatırlatmadım. Çünkü delikanlının din-kitap ile çok da ilgisi yoktu. Arada yaptığı itirazlarda onu gördüm.
Şöyle dedim: Sen 25 yaşındasın.
Şu gelen adam 75 yaşında. Senin saçın gür. Onunki yok. Boyun da uzun. Şimdi sendeki bu özellikler çevredekilerde yok diye onlar şükür düşmanlığı mı yapsın?
- Şu karşıdan geçen kardeşimiz yürüme engelli. Burada boyu hayli kısa bir vatandaş var. Şu yürüyenin sağlığı bozuk. Sen ise bunların tümünden daha avantajlısın.
Bunları niye görmüyorsun da, seni mutsuz edecek şeytani dürtülerin peşindesin.
Sana; yerinde say diyen var mı?
Daha iyisi için çalış, çabala, gayret et, en iyisi ol. Herkesten daha iyi ol. Elini, kolunu tutan mı var, dedim. Sen sadece hırsla etrafı gözetliyorsun. Ama ibadette kendinden daha çok ibadet edene bak. Nimette ise (bunda sağlık, mevki, makam dahil) kendinden daha düşük seviyede olana bak demiş eskiler sen ise sadece küfrediyorsun. İnkâr ve isyan ediyorsun. Bununla bir şeyi çözemezsin.
Sende olan nice güzellik, imkân, sağlık, esenlik başkalarında yok. Şimdi onlar senin gibi olamadıkları için küfür mü etsinler. Sustu. Ben bu açıdan bakmadım. Benim derdim sadece para-pul, mevki- makam, itibardı. Lüks yaşama arzusuydu. Benden bir kuruş bile fazla kazanan varsa ben ona düşmandım.
Yeni ve temiz giyinen bir insandan bile nefret ederdim.
Gülümseyenden nefret ederdim. Eşinin koluna giren her evli çiftten nefret ederdim.
Çocuklarıyla gezen her aileden nefret ederdim. Arabasını süren her vatandaştan nefret ederdim. Onun için bana; 'şükret' diyen herkes sanki bana küfrediyordu. Bende olmayıp başkasında olan her şeyden nefret ederdim. İyi de sende olup da başkasında olmayandan dolayı herkes senden nefret mi etsin dedim. Sustu. Hoşuna gitmedi soru.
Kafasını dünyaya tapınmakla bozmuş bir gençti. Müthiş bir hırsı ve kini vardı.
Belli ki her şeyin merkezi ve karar mercii olan Allah'la ilgisi hiç yoktu.
Bu genç bütün dünyayı toplasa yine şükretmeyecekti. Hastalığında sıhhatli olandan, ihtiyarladığında genç olandan, bir arabası varsa üç arabası olandan, baba ve annesi vefat etmişse, baba ve annesi yaşayandan nefret etmeye devam edecektir. Bu tedavisi zor bir hastalıktır. Allah şifa versin. Kin ve nefret çözülmesi zor bir hastalıktır. Hâlâ her şeye küfreden nankör kişi şükürsüzlüğü istiyorsa? Kendi bileceği iş...
******************************
SALATU SELAMIN ADABI
Efendimiz'e (s.a.v.) salatu selam getirmek Kur'an'ın emridir.
Allah ve melekleri Peygamber'e salat (selam) ederler. Ey müminler siz de Peygamber'e salat (ve selam) edin. (Ahzab, 56) Biz Müslümanların Peygamberimize bolca salat ve selam getirmesi ibadettir. Kur'an'ın bir talimatıdır. Zira bu salat ve selam yakınlaşma vesilesidir ve kıyamete kadar devam edecektir. Hadiste de şöyle buyurulmuştur:
"Herhangi bir mümin Resulullah'a salat ve selam ederse, melekler de ona (o kişiye) salat ederler." Salat ve selamdan ancak nasipsiz olanlar mahrum olur.
Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu. "Cibril geldi ve bana şöyle dedi:
Yanında anıldığın halde sana salat etmeyenin burnu sürtünsün.." Başka bir hadiste bize salatu selamın adabını öğretiyor:
"Bana salat ve selam getirmek isteyen kişi önce Yüce Allah'a hamd etsin.
Sonra Yüce Allah'ın ismini yüceltsin (Allah'ın şanını, şerefini hatırlatacak zikirde bulunsun) sonra da bana salat ve selam getirsin.
Sonra dilediği gibi dua etsin. (Ebu Davud) Buna göre salat ve selamın adabı şöyledir:
Önce Rabbimize hamd ve zikir, sonra Efendimize salat ve selam, sonra da yakarış ve dua.
Bedbaht eyleme Rabbim
Hz. Peygamber (s.a.v.) kötü gidişattan ve mutsuzluktan kurtulmak için şu duayı tavsiye etmiştir: "Allah'ım kaderin kötü halinden, düşmanların halime gülmelerinden, kötülüğün üstüme çöreklenmesinden ve belaların üstüme yağmasından sana sığınırım."
******************************
EFENDİMİZ'İN (S.A.V.) DÜNYASINDA ÇOCUKLAR
Her çocuk hayata masum temiz ve günahsız başlar.
Büyüdükçe, hayatın olumsuzlukları, çevre, nefsin kontrolsüzlüğü, şeytanın saptırması, kötü fısıltılar bu temiz hayata bulaştıkça o safiyetten uzaklaşır. Tabii uzaklaşmayanlar da var. Temiz doğup, temiz yaşayıp öylece de devam ederler.
Efendimiz'in (s.a.v.) hayatında çocuklar en dokunulmaz, en merhamet edilen en önemsenen konumda oldular daima.
Efendimiz (s.a.v.), Peygamberimiz hicretin üçüncü yılında kızı Hz.
Fatıma'nın iki evladını Hasan ve Hüseyin'i kucağına alınca yıllardır mahrum kaldığı evlat hasretini giderdi.
Bütün yoğun işlerine ve mücadelesine rağmen torunlarına mutlaka zaman ayırdı.
Onun çocuklara sevgi ve merhametini simgeleyen şu tavırlarına şahit olduk:
Çocuklarımı hiç öpmedim
Bir seferinde Hz.
Hüseyin'i öptü. Çocuk henüz iki yaşında. Akra bin Habis bu manzarayı görür. Şöyle der: Benim on çocuğum var!
Hiçbirini öpmedim.
Efendimiz (s.a.v.) hayretle baktı bu sözün sahibine ve şöyle buyurdu:
Merhamet etmeyene merhamet olunmaz. (Buhari, edebül müfred, 24)
Medine çocuklarına ziyaret
Efendimiz (s.a.v.) Medineli dostlarını ziyaret ederdi. Çocuklara özellikle selam verir ve ilgilenirdi.
Sorularını dinlerdi. Özellikle de; çocuklara tek tek selam verirdi. Başlarını sıvazlardı.
Onlara dua ederdi.
Kuş ne yaptı?
Ebu Umeyr'in küçük bir kuşu vardı. Ebu Umeyr de küçük. Onu gördüğünde sorardı:
Ebu Umeyr! Kuş'un ne oldu?
Namazda başımı kaldırdım
Abdullah bin Şeddad babasından aktarıyor:
Efendimiz (s.a.v.) öğle veya ikindi namazını kıldıracaktı.
Hasan veya Hüseyin kucağındaydı.
Efendimiz (s.a.v.) mihraba yöneldi. Çocuğu indirdi. Sonra namaz için tekbir getirdi. Secdeye vardı.
Ancak secdesi uzadı. Ben başımı secdeden kaldırıp baktım. Çocuk efendimizin sırtındaydı, efendimiz de secdedeydi.
Ben tekrar alnımı secdeye koydum. Efendimiz sonra başını kaldırıp namazı tamamladı. İnsanlar efendimize sordular. Ey Allah'ın Resulü! Secdeyi çok uzattın.
Biz tereddüt ettik. Acaba bir sıkıntı mı oldu veya vahiy mi geldi diye zannettik.
Efendimiz şöyle buyurdu:
Bunların hiçbiri olmadı.
Sadece torunum sırtımı bir binek gibi kullanmak istedi -sırtıma bindi- ben de bekledim ta ki hevesini alsın.
Tükür ağzındakini
Efendimiz (s.a.v.) çocuklara haram yedirmemek konusunda çok hassastı. Hz. Hasan ağzına yerdeki zekât sadakalarından birini attı. Hz. Peygamber (s.a.v.) müdahale etti ve; at, at onu sen bilmiyor musun biz zekât yemeyiz buyurdu.
Allah'ı an, önünden ye!
Amr, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) yetiştirdiği çocuklardandı.
Şöyle anlatır:
Efendimiz'in (s.a.v.) evinde yetiştim. Yemekte elim sofranın (yemek kabının) her yerine karışıyordu. Efendimiz: Çocuk, Allah adını an önünden ye ve sağ elini kullan buyurdu.
Kız çocuğu sırtındayken namaz Ebu Katade şöyle anlatıyor:
Peygamberimiz insanlara namaz kıldırıyordu.
Sırtında kızının kızı vardı.
(Torunu vardı) Ruku ettiğinde onu yere indiriyordu.
Ayağa kalktığında yeniden sırtına alıyordu.
O (s.a.v.); kız veya erkek torunu ayırmıyordu. İkisine de aynı ilgiyi ve sevgiyi gösteriyordu.
Sevgisini esirgemiyordu.
Kısacası Efendimiz çocuklara muhtaç oldukları sevgi, şefkat ve merhameti esirgemiyordu, bilakis onları İslam ahlak ve edebiyle edeplendiriyordu.
(Bk. Hannan, Hedyü's-Siyre sh. 273, 276)