Mutlaka çoğunuz Zincirlikuyu'dan geçerken çürümeye terk edilmiş devasa kuleleri olan TAT Towers'ı gördüğünüzde, 'Sahibi kim acaba?' demişsinizdir.
TAT Towers ile birlikte 3 milyar dolarlık serveti yıllardır mahkeme tarafından yönetilen Salih Tatlıcı'nın çocukları arasında devam eden sekiz yıllık miras davası sona erdi. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, yerel mahkemenin kararını onayarak mirasın, Tatlıcı'nın ikinci eşi Nurten Tatlıcı ve ondan olan oğlu Uğur Tatlıcı'ya kalmasına karar verdi.
Habertürk'ten Helin Şahin'in haberine göre; 1994'te yazdığı vasiyetine "Oğullarım Ali, Ahmet ve Mehmet, miras paylarının tamamını değil, dava açmaları durumunda bile mahfuz paylarını alacaklardır" hükmünü koyduran Tatlıcı'nın ilk eşi, boşandıkları için mirastan mahrum kaldı. Vasiyete göre; oğlu Ahmet ile ölen oğlu Ali'nin iki çocuğu, dava açmaları halinde mirastan 32'de dokuz pay alabilecekti. İlk eşinden olan diğer oğlu Mehmet de yalnızca 'mahfuz hisse'den pay alacaktı. Ahmet Tatlıcı, 1995'te vefat eden kardeşi Ali Tatlıcı'nın oğlu Salih Zeki Tatlıcı ile birlikte 'vasiyetnamenin iptali' için mahkemeye başvurdu.
Sonunda Salih Tatlıcı'nın mirası; vasiyetnamesinde istediği gibi dağıtılmış oldu. Böylece, Nurten Tatlıcı Türkiye'nin en zengin altıncı kadın dolar milyarderi oldu, oğlu Uğur Tatlıcı da sadece Türkiye'nin değil dünyanın sayılı zenginleri arasına girdi.
Bu davada asıl üzücü olan, tarafların birbirlerine 20'den fazla dava açması.
Davanın bu kadar uzun sürmesi en çok avukatlara yaradı.
(Avukatların ne kadar kazandığı da güzel haber olurdu aslında!) Kapısına kilit vurulan gayri mülkler ise bakımsız kaldı. Elbette bu büyük miras için herkes şansını denedi.
Peki, yaşanan bunca tatsızlıktan sonra Forbes Dergisi'nin 2006'daki dünyanın en zenginleri listesine 27'nci sıradan giren Salih Tatlıcı'yı insanlar nasıl hatırlayacak? 'Oğulları miras yüzünden birbirine girdi.', 'Bu kadar çok parası olan bir insan çocukları arasında neden ayrım yapar?', 'Acaba taraflar neler yaşadı da bu duruma geldi?' gibi birçok şey söylenecek.
Düşünsenize bir zamanlar öpüp okşadığınız, kucağınızda salladığınız, onlar için çalıştığınız çocuklar ve eşleriniz; siz öldükten sonra sizin aldığınız kararlar yüzünden birbirine giriyor. Elbette Salih Tatlıcı'nın neler yaşadığını bilmiyoruz, onun da kendine göre haklı sebepleri vardı. Ama sonuçta yaşananlar düşük ölçekli Shakespeare tragedyası.
Mezarda da huzur yok
30 Mayıs 2015 tarihinde hayatını kaybeden ünlü karikatürist Bedri Koraman'ın eşi Nil Koraman ve tiyatro oyuncusu Meral Küçükerol, Bedri Bey'in Bodrum'da düzenlenen cenaze töreninde karşı karşıya gelerek tartışmıştı. Koraman'ın ölümünden sekiz yıl önce açtığı babalık davasını kaybeden Küçükrerol yeniden babalık davası açmıştı. Dava sonucu mezarın açılmasına karar verilmişti.
Ve o mezar, DNA örneği almak için önceki gün açıldı.
Mezarın açılmasını istemeyen Koraman'ın eşi Nil Koraman, yaşadığı üzüntü dolayısıyla rahatsızlanmış. Hakkın rahmetine kavuşmuş bir insanı mezarında rahatsız etmek gerçekten kötü bir durum. Daha önce de birçok ünlünün mezarı çeşitli nedenlerle açıldı. Cem Karaca'nın mezarı da babalık davası yüzünden açılmıştı.
Aslında mezar açılmasını önleme vazifesi önce rahmetli olan kişiye düşüyor.
Öncelikle bir insan yaşadığı dönemde babalık davası açılmasına neden olacak bir işe kalkışmamalı. Kalkışırsa da ileride mezarının açılabileceğini düşünüp önlemini almalı.
Bugün haklarında babalık davaları açılan çapkın işadamları bence,
Bedri Koraman ve
Cem Karaca'nın mezarlarında yaşadıklarını görüp şimdiden sorunlarını halletsinler. Çünkü işin içine miras girdi mi, insanların gözü paradan başka bir şey görmüyor.
Mezarınızdaki huzur kimsenin umurunda olmuyor!
Caner medya ile arasını bozarsa...
'Beş ay sonra sahalara dönen Caner Erkin, maç bitimi eşi Şükran Ovalı ile birlikte Harbiye Sahne'de eğlendi, sonra da Etiler'de çorbacıya gitti. Mekan çıkışı Caner kendisini bekleyen gazetecilerin gönderilmesini istedi, sonra bir muhabir 'Taraftar sizi eleştirdiği için mi medyaya tepkilisiniz?' diye sordu. Caner de 'Ne alakası var lan!' diye tepki gösterdi. Daha sonra öfkeli futbolcu, Etiler'de de polisin dur ihtarına uymayarak kaçtı.' Bu haber metni, birçok internet sitesinde çıktı. Öfkeli futbolcu, magazin muhabirleriyle tartışıyor falan filan. Klasik bir magazin haberi gibi duruyor.
Görevini yapan gazetecileri mekanın önünden kovdurmaya çalışmak, sonra da sorulan soruya 'lan'lı, hakaret içeren yanıt vermek vs.; Caner'ın takındığı tavır hatalı. Ancak muhabir arkadaşlar haberi yaparken duygularını işe çok karıştırdılar mı, merak ettim. Haberde 'öfkeli futbolcu polisin dur ihtarına uymayarak kaçtı' ibaresi var. Eğer doğruysa, Caner suç işledi demektir ve bu yüzden polisin Caner'i yakalayıp ifadesini alması gerekiyordu.
Bu arada medya, Caner Erkin'i, eski eşi Asena Atalay'ın açtığı davalarda haklı, bazı köşe yazarları Atalay'ın nafaka adı altında Erkin'den servet istemesini komik bulmuştu. Caner Erkin'in, tam da medyanın desteğini almışken, magazincilere hakaret etmesi hem hoş değil, hem de taktik hatası. Tecrübelerime dayanarak söylüyorum; birçok ünlü isim boşanma davalarında güç kazanmak için medyada psikolojik harp aracı olarak kullanıyor.
Medyada çizilen olumluolumsuz imaj da mahkemelerde etkili oluyor!