Cibuti'den, Afrika Ülkeleri Birliği
Başkanı Fozia Djama Oudine kürsüye
çıktı ve şakır şakır bir Fransızca ile
Türkiye'de olmaktan duyduğu
memnuniyeti dile getirdi…
…
Niçin 'Fransızca?'…
…
Çünkü Çibuti, Fransız sömürgesi
olmaktan ancak 27 Haziran 1977'de
kurtulup bağımsızlığını ilan etmişti!
Tıpkı Mali'nin de 1959'da Fransa'dan
bağımsızlığını kazanması gibi…
…
Buraların halkı, Fransa'nın asimilasyon
politikaları sonucu ana dillerini çoktan
terk edip Fransızca konuşur olmuşlardı!
…
Emine Erdoğan'ın öncülüğünde
Ankara'nın tarihi Hamamönü'nde
özgün Osmanlı Mimarisiyle yapılan
'Afrika El Sanatları Pazarı ve
Kültür Evi'nin açılış töreninde Afrika
Ülkelerinden Devlet ya da Hükümet
Başkanlarının eşleri kürsüye çıkıp kimi
Fransızca, kimi İngilizce gayet zarif
cümlelerle duygularını-şükranlarını dile
getirirlerken, bir yandan da Batı'nın
acımasız sömürgeci zihniyeti gözler
önüne serilivermiş oldu!
Afrika'nın, onca yeraltı ve yerüstü
zenginliğine rağmen niye geri kaldığını
bu kadar net şekilde ortaya koymanın
daha etkili bir yolu olmasa gerekti…
…
Kimi Afrika ülkesi İngiltere, kimi
Fransa, kimi Belçika, kimi İtalya,
kimi Hollanda, kimi de İspanya
tarafından uzun yıllar sömürülmüş…
İnsanları köle olarak her türlü baskı
altında boğaz tokluğuna çalıştırılmış…
Misyoner faaliyeti ve zor kullanılarak
dinleri değiştirilmiş, sömürgeci ülkenin
dilini kullanmaları mecburi tutulmuştu!
…
Bağımsızlıklarını kazandıktan sonra da
'milli-yerli' öz benliklerini bulmaları,
fakirliği üstlerinden atmaları öyle çok
kolayca üstesinden gelinecek sorunlar
değildi kuşkusuz!
…
Emine Erdoğan da konuşmasında,
Cumhurbaşkanımıza refakaten gittiği
Afrika gezilerinde sivil toplum
kuruluşlarını ziyaret ettiğini, kadınların
el emeği ürünlerinin hak ettiği değerin
çok altında ihraç edilerek, batıdaki
pahalı butiklerde satıldığını öğrendiğini
ifade etti ve bu projeyi adil bir Pazar
anlayışıyla planladıklarını dile getirdi…
…
Erdoğan, kâr amacı gütmeksizin
yapılacak satıştan elde edilecek gelirin
yine 'Afrikalı kadınlara'
döneceğinin altını çizerek, 'Afrika
Evi, din-dil-ırk ayrımı yapmadan
tüm kadınların sorunlarına
duyarlı olmamızın ifadesidir' dedi!
'Emine Erdoğan'ın konuşması
'Yeni Türkiye'nin güçlü ve insani
yanını pek güzel ortaya koyuyordu…
…
Rastlantı o ki, birkaç gün önce de
İstanbul'da 'Birleşmiş Milletler
İnsanî Zirvesi' toplanmış, kapanışta
Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan;
'Bu zirve, ancak Afrikalı, Asyalı,
Suriyeli, Iraklı çocuklar başta
olmak üzere, dünyadaki tüm
mazlumların hayatlarında yeni
bir dönemi başlatırsa amacına
ulaşmış sayılır' sözleriyle zirveyi
tanımlamıştı…
…
Tayyip Erdoğan;
'Akan gözyaşları, yaralı yürekler,
kanayan vicdanlar, kelimelerle,
kuru sözlerle, arkası gelmeyen
taahhütlerle değil, ancak güçlü
eylemlerle teskin edilebilir…
Bunun için siyasî, ahlakî ve malî
sorumluluklarımızı küresel olarak
paylaşmalı ve süratle harekete
geçmeliyiz' diyerek Batı'ya en keskin
mesajı vermeyi de ihmal etmemişti!
...
Bu iki etkinliğin ortak sonucu şudur;
Bir ülke hangi sistemle yönetilirse
yönetilsin baştakilerin 'insana bakışı'
kalplerinin 'sevgi dolu' olup olmadığı
o ülke toplumunun mutlu ya da mutsuz
olmasının ana sebebidir!
Baştaki lider mükemmel ise
'o topluma ne mutlu'dur…
Hele, böyle bir liderin ailesi de
mükemmel ise o zaman bunun toplum
için paha biçilemeyecek bir şans
olduğunun da iyi bilinmesi lazım gelir!