'Benim (parti)mle arama mesafe
koymak için hiçbir gerekçe yok,
zira, (parti)yi ben kurdum...
(Parti)me tarihen bağlıyım,
oradan ayrılmam için de hiçbir
sebep yok...'
...
Bu sözler Mustafa Kemal Atatürk'e
aittir, 10 Eylül 1930 tarihli Cumhuriyet
gazetesinde yer almıştır...
Sadece, özgün metinde 'CHP' olarak
geçen kelimeler, dün ile bugün birlikte
gözünüzün önünde belirebilsin diye
burada (Parti) olarak ifade edilmiştir!
...
Bilinmelidir ki...
Atatürk, tartışmasız 'Devletin
Başkanı-Devletin Reisi' idi...
Hatta birkaç adım da ötesiydi!
Yasama'nın-Yürütme'nin başı, aynı
zamanda Yargı'da, yüksek mahkeme
heyetlerinde belirleyici pozisyondaydı...
...
Hatırlanmalıdır ki...
Atatürk ve İnönü dönemlerinde,
Cumhurbaşkanı aynı zamanda Partinin
de Genel Başkanı konumundaydı!
Bunların ardından Celal Bayar
Üçüncü Cumhurbaşkanı olduğunda
Demokrat Parti Genel Başkanlığı
koltuğunu kendi arzusuyla terketmiş
ancak parti üyeliği devam etmişti...
...
Bu uygulama 1961 Anayasası ile
değiştirildi, Cumhurbaşkanı olan kişinin
'mensubu olduğu parti ile
ilişiğinin kesilmesi kuralı' getirildi!
Bu kural o günden beri geçerlidir...
Geçerlidir ama 'Gerçekçi Değildir'...
...
Sonraki dönemlerde 'Özal'ın da...
'Demirel'in de partileriyle ilişkileri
güçlü şekilde devam etmiştir! Günümüz
gelişmelerini de aynı perspektif içinde
değerlendirmek, eşyanın tabiatına elbet
daha uygun olacaktır...
...
Burada, en hassas konu, 'lâf olsun
torba dolsun' kabilinden Anayasaya
iliştirilmiş bu 'tarafsızlık' ilkesinin,
uygulaması bulunmamakla birlikte
ülkede yol açtığı tahribatı dikkate alma
zorunluluğudur...
Gerçek Lider'in Cumhurbaşkanlığına
geçmesinden sonra Başbakan koltuğuna
oturtulan politikacıların, bir önceki
dönemdeki gibi büyük oranda başarılar
ortaya koyması şüphesiz beklenemez!
Çünkü;
'Lider sonradan olunmaz...
Lider olarak doğulur!'...
...
Memleketin eski başarı grafiğini bir
türlü tutturamayan yeni Başbakan,
başarısızlığını örtmek için içten içe
dolar, çevresindeki goygoycuların da
büyük etkisiyle liderine karşı kinlenir!
ANAP'ta da DYP'de de çift başlılığın
en belirgin tezahürü hep bu olmuştur...
Tarihte böyledir, tekerrür
etmemesi de beklenmemelidir!
...
Milletvekiliydim ve Özal ile İspanya
gezisine katılmış geri dönmekteydik.
Rahmetli Özal, bir elini omuzuma atıp,
gözlerimin de içine bakıp...
Cumhurbaşkanlığı adaylığı öncesi çok
kişiye olduğu gibi bana da sormuştu;
'Sence, aday olmalı mıyım?'...
...
'Maalesef eliniz mahkûm' dedim...
'Siz varken, bu yüce makam için
tutup eskisi gibi bir emekli asker,
bir emekli profesöre oy vermemizi
beklememelisiniz'...
...
Niçin 'maalesef?'...
Çünkü, ANAP'ın Özal sonrası
akıbeti üç aşağı-beş yukarı belli idi!
...
Bu sözlerim üzerine Özal da bana;
'Keşke Devlet Başkanlığına
geçmeyi başarabilseydik de şu
endişeleri yaşamasaydık' şeklinde
kırık bir sesle duygusunu ifade etmişti...
...
Nitekim parti bir süre direndi,
müteakiben silindi gitti...
Bu süreçte kurulan koalisyonlar da
on bir yıllık dönem sonunda, tam da
kalkınmakta olan ülkeyi uçurumların
eşiğine getirdi!
...
'Reis' zaten bildiğimiz 'Reis'tir...
'Devlet' zaten 'Cumhur' içindir...
Tartışmaya gerek yoktur, zaten;
Reis-i Cumhur, Devlet Başkanı'dır...
Bir tek, adı henüz resmen konmamıştır!