İzak Alaton Bey'i tanıdığımda zannediyorum 90'lı yılların başındaydık. O sıralarda Türkiye'deki sosyal demokrasiyle uğraşıyordum ve SHP bünyesindeydim. Sadece ben değil tüm Türkiye yavaş yavaş sonuna yaklaştığımız bu serüvenle meşguldü.
Nitekim, tam o dönemde, demek ki, 1992-93, CHP yeniden açıldı.
Kısa süre sonra da SHP'yi yuttu, Murat Karayalçın, 'birleşme' diye başlayan bu trajik hamlesiyle bu ideolojiyi Türkiye'den kazıdı. Önce 90'ların korkunç atmosferine sürüklendik, ardından da sol tüm ülkeden, tüm zihinlerden kazındı gitti.
***
O hengâme içinde Ankara'da sürekli toplantılar düzenlenir, bu iş nasıl selamete ulaşır diye kafa yorulurdu.
İşte o sıralarda İzak Bey'i de bir toplantıya davet ettik geldi. Bir konuşma yaptı. Sosyal demokrasinin neden önemli olduğunu, kendi ifadesiyle, bir 'kapitalist' olarak anlattı. Çok etkilenmiştim.
Konuşmasından sonra yorumlar yaptım. Toplantı bittiğinde dost olmuştuk.
Daha sonra onu hep izledim. Herkesten farklı düşünen, yeniliklere açık, sadece yatkın olmakla kalmayan, onların bir an önce temellenmesi için elinden geleni yapan biriydi. Hayat hikâyesi de bunu doğruluyordu. İsveç'e gitmiş, diller öğrenmiş, kaynakçılıktan başlamış, büyük bir sanayi şirketi kurmuştu. Bunlar tesadüfen olacak işler değildi.
Gene o yıllarda dişe diş bir mücadele veriyordu TÜSİAD'da ve demokratik bir anayasanın zeminini oluşturmak için çalışıyordu.
***
Tüm bunlara rağmen, İzak Bey'in benim için önemi daha ötesindeydi. Ne yalan söyleyeyim aile öyküsünü bilmezdim. Bir akşam TV'de ailesinin hikâyesini anlatırken yakaladım onu.
Aman Allahım... Babası, İstanbullu bir zat. İşi gücü var. Her akşam çıkınca yazıhanesinden Halkevleri'ne gidiyor. İnsanlara ücretsiz ve kendisi de tek kuruş almaksızın Fransızca öğretiyor. CHP'li. Kemalist. Ülkesinin geleceğine inanan bir insan.
Günü geliyor ve tarihimizdeki kara değil kapkara, katran karası, kömür karası VarlıkVergisi kaya gibi gelip çarpıyor, diğer yüzlerce insan gibi ona da. Kendisini Aşkale'de buluyor.
İzak Bey, oradan saçları bembeyaz, hayata, her şeye küsmüş bir enkaz olarak döndüğünü belirtiyordu. Kardeşi İzak Bey'in, başka olayların da üstüne gelmesiyle Türkiye'yi terk edip yurtdışına gidiyor.
***
İşte asıl ilginç, çarpıcı yanı işin, bundan sonra başlıyor. O hengâmeye rağmen İzak Bey Türkiye'de kalmayı seçiyordu. Kalacak, burada çalışacak, burada aile kuracaktı.
TV'de bunları dinleyince kendisine bir mektup yazdım. O da bana uzun bir mektupla yanıt verdi. En son, yaş günü nedeniyle düzenlenen törende karşılaştık. Gene bu bahisleri açtım.
Bilir misiniz, onca dağdağaya rağmen bana dönüp 'bu ülke bana her şeyi verdi' dedi.
Aldıklarını aklına bile getirmiyor, onları yanlış yönetimlerin yanlış tutumları sayıyordu. Başka türlü paylaşma esaslı sosyal demokrasiye ne diye akıl ve gönül yatırsındı?
***
Heyecandan, yüreğim kabararak dudağımı ısırdığımı anımsıyorum. Öyle milliyetçi duygularla falan değil. Bunun nasıl bir irade, azim, insan sevgisi, özgüven ve özüne inanmak olduğunu düşünerek. Bu ülkenin tüm o Yahudi, Rum, Ermeni ve Levantenlerle birlikte kurulduğunu bir daha ayrımsayarak. Hele şimdi insanların ilk fırsatta bu ülkeden ayrılıp gitme tehdidi savurduklarını düşününce İzak Alaton daha da yüceliyordu gönlümde.
İzlediğim hastalığından sonra vefat haberi geldiğinde 'Türkiye biraz eksildi' dedim.
Daha ne diyeyim...
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.